ISSN - 1300-0578 | e-ISSN - 2687-2242
JARSS - JARSS: 27 (1)
Cilt: 27  Sayı: 1 - 2019
1.
Kapak
Cover

Sayfa I (796 kere görüntülendi)

2.
İçindekiler
Contents

Sayfalar II - VI (1259 kere görüntülendi)

3.
Editör’den
From The Editor

Sayfa VII (980 kere görüntülendi)

4.
Kitap İncelemesi
Kitap İncelemesi

Sayfa VIII (806 kere görüntülendi)

DERLEME
5.
Meta-Analiz: Bir Derleme
Meta-Analysis: A Review Article
İlker İnce, Elif Ozcimen, Alparslan Turan
doi: 10.5222/jarss.2019.76476  Sayfalar 1 - 8 (1664 kere görüntülendi)
Meta-analiz, birçok çalışmadaki verileri birleştirmek ve tedavi müdahalelerinin etkinliğini değerlendirmek için kullanılan sık kullanılan bir istatistiksel tekniktir. Bağımsız çalışmalardan elde edilen sonuçları birleştirerek hem çalışmanın gücünü artırabilir (bireysel çalışmalara göre) hem de effect size tahminlerini iyileştirebilir. Meta-analiz yürütme süreçleri arasında bir protokol geliştirmek, makaleler seçmek, dahil edilme kriterleri geliştirmek, veri toplamak, veri analizi yapmak ve sonuçları yorumlamak bulunmaktadır. Meta-analizin önemli bir limitasyonu, sadece analiz için geri alınabilir verilere sahip ilgili çalışmaların dahil edilebilmesidir. Bu durum publication(yayin) bias için endişe yaratmaktadir. Meta-analizin, tıp literatürünü özetlerken önemli bilgiler sağlayabilecek tam olarak faydalı bir bilimsel yöntem olduğuoldukca açıktir. Bununla birlikte, dahil edilen araştırmaların araştırma sorusuyla aynı olmadığı veya farklı sonuç verileri topladığı takdirde yanıltıcı olabilir.
Meta-analysis is a frequently used statistical technique which uses to combine data from several studies to evaluate the effectiveness of treatment interventions. By combining results from independent studies, we can both increase power of the study (over individual studies) and improve estimates of the size of the effect. The processes of conducting meta-analysis include developing a protocol, selecting articles, developing inclusion criteria, collecting data, data analysis and interpreting results. A major limitation of the meta-analysis is that only relevant studies which have retrievable data can be included for analysis. This causes concern for publication bias. It is obvious that metaanalysis is a useful scientific method that can provide important information when summarizing medical literature. However, there can be misleading if the studies included are non-similar in their research question or collect different types of outcome data.

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
6.
Erektor Spina Plan Bloğunun Laparoskopik Kolesistektomi Sonrası Postoperatif Ağrı Üzerine Etkisi: Randomize Kontrollü Çalışma
The Effect of Erector Spinae Plane Block on Postoperative Pain Following Laparoscopic Cholecystectomy: A Randomized Controlled Study
Can Aksu, Alparslan Kuş, Hadi Ufuk Yörükoğlu, Cennet Tor Kılıç, Yavuz Gürkan
doi: 10.5222/jarss.2019.14632  Sayfalar 9 - 14 (1982 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Erektör spina plan (ESP) bloğu, postoperatif ağrı yönetimi için yeni bir tekniktir. Bu çalışmanın ilk amacı, ultrason eşliğinde uygulanan ESP'nin, laparoskopik kolesistektomide postoperatif analjezi sağlamak açısından etkinliğini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Elektif laparoskopik kolesistektomi operasyonu planlanan 20-70 yaşında 46 ASA I-II hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar ESP ve Kontrol grubu olmak üzere 2 gruba randomize edildi. ESP grubundaki hastalara 20 ml %0,25 bupivakain ile ultrason eşliğinde ESP bloğu yapıldı. Her iki gruptaki hastalara operasyon sonrası morfin içeren hasta kontrollü analjezi cihazı temin edildi. Hastaların postoperatif 24. saatteki morfin tüketimleri ve postoperatif numerik ağrı skalaları (NRS) kaydedildi.
BULGULAR: Postoperatif 24. saatte ESP grubunda ortalama morfin tüketimi 7.5 ± 5.8 mg iken kontrol grubunda 13.2 ± 5.6mg (p<0,001) idi. Ayrıca gruplar arası postoperatif 12. ve 24. saatlerdeki NRS skorlarında da anlamlı fark gözlendi (p=0.016 ve p=0.003).
ESP grubundaki hastalarda omuz ağrısı gözlenmezken kontrol grubunda 9 hastada omuz ağrısı gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma ultrason eşliğindeki ESP bloğun laparoskopik kolesistektomi operasyonlarında morfin tüketimini azalttığını ve etkin analjezi sağladığını göstermektedir.
INTRODUCTION: Erector spinae plane block (ESP) is a novel technique for postoperative pain management. Primary aim of this study was to evaluate efficacy of ultrasound guided ESP for providing postoperative analgesia in laparoscopic cholecystectomy (LC) procedures.
METHODS: Forty-six ASA I-II patients aged 20-70, who were scheduled to go under elective LC were included. Patients were randomized into two groups as ESP and Control group. Patients in ESP group received ultrasound (US) guided ESP block with 20ml 0.25 % bupivacaine. An iv patient controlled analgesia device containing morphine was provided for all of the patients in both groups. Morphine consumptions at postoperative 24th hour and postoperative numeric rating scale (NRS) scores for pain were recorded.

RESULTS: Mean morphine consumptions at postoperative 24th hour were 7.5mg ± 5.8 in ESP group while it was 13.2 ± 5.6mg in control group (p<0.01). There was also a significant difference between the groups on NRS scores at 12th and 24th hours (p=0.016, p=0.003 respectively). None of the patients in ESP group complained about shoulder pain; but in control group 9 patients reported about this type of pain.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study has shown that ESP block at T8 level has reduced the opioid consumption and showed a significant analgesic effect in patients undergoing LC.

7.
Yoğun Bakım Sonrası Evde Bakım Gerektiren Hastaların Özellikleri ile Bakım Verenlerdeki Hasta Bakım Yükü ve Empati Arasındaki İlişki
The Relationship Between Patient Care Burden And Empathy in Caregivers of Intensive Care Unit Survivors
Seyda Efsun Ozgunay, Figen Akça, Derya Karasu, İsa Kilic
doi: 10.5222/jarss.2019.83007  Sayfalar 15 - 21 (3111 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Evde bakım ihtiyacı yaşlı nüfusun artması ve teknolojinin gelişmesi ile hergeçen yıl artmaktadır. Bu çalışmanın amacı, yoğun bakım sonrası evde bakım gerektiren hastaların özelliklerini belirlemek ve bakım verenlerin bakım yükü ve empatik eğilimleri ilişkisini araştırmaktır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Üçüncü basamak yoğun bakım ünitesinden taburcu olmuş, evde bakım gerektiren hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların ve bakım veren kişilerin demografik bilgileri kaydedildi. Hastaların yeniden yoğun bakım ve acil servise başvuru varlığı belirlendi. Bakım veren kişilerde bakım verme yükü ölçeği ve empatik eğilim ölçeği hemşire aracılığıyla dolduruldu.

BULGULAR: Bakım veren 120 katılımcı istatistiksel analizlere dahil edildi. Hastaların %70,9’u demans, Alzheimer ve serebro vasküler olay tanıları almıştı. Hastaların %51,7’si kadındı; hastaların %50,8’i yoğun bakıma ve 71,7’si acil servise yeniden başvurmuştu ve hastaların %37,5’inde ise dekübit ülseri vardı. Bakım verme yükü artışı ile bakım verenin kronik hastalığının olmasıarasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p=0.002). Hasta ve bakım veren yaşı artması ile bakım verme yükünün arttırdığı belirlendi (sırasıyla, r=0.30, p<0.001 ve r=0.21, p< 0.05 ); hastaya bakım süresinin ise empatik eğilimi arttırdığı tespit edildi (sırasıyla, r=0.18 p<0.05 ve r=0.68, p<0.01 ).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bakım verenlerin eğitimi ve motivasyonu için psikososyal destek programları oluşturulması ile hasta bakım kalitesi de artırılabileceğinden konuyla ilgili sağlık politikalarının tekrar gözden geçirilmesi yararlı olacaktır.

INTRODUCTION: The need for home care rises with the increase of the elderly population and the development of technology. The aim of this study was to determine the characteristics of patients requiring home care after intensive care and to investigate the relationship between care burden and empathic tendencies of caregivers.

METHODS: Patients who were discharged from the tertiary intensive care unit and who needed home care were included in the study. Demographic data of patients and caregivers were recorded. The patients, re-admitted to the intensive care unit and to the emergency department were determined. The Caregiver Burden Scale and empathic tendency scale were recorded by nurses.
RESULTS: One hundred and twenty participants were included in the statistical analyzes. 70.9% of the patients were diagnosed with dementia, Alzheimer's and cerebro vascular events. 51.7% of the patients were women; 50.8% of the patients were admitted to intensive care unit and 71.7% to the emergency department and 37.5% of the patients had decubitus ulcer. There was a statistically significant difference between caregiver burden and caregiver's chronic disease (p = 0.002). It was determined that the caregiving burden increased with the increase in patient’s and caregiver’s age (r = 0.30, p <0.001 and r = 0.21, p <0.05). The duration of care for the patient increased the empathic tendency (r = 0.18 p <0.05 and r = 0.68, p <0.01, respectively).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Caregivers’s training and motivation with psychosocial support programs can be improved in quality of patient care, it would be useful to review health care policies.

8.
Genel Anestezi Altında Cerrahi Girişim Planlanan Bireylerin Sosyodemografik Özelliklerinin Anksiyete Üzerine Etkisi
The Effects of Sociodemographic Parameters on Anxiety in Patients who Are Planned Surgery Under General Anesthesia
Emine Arık, Habibullah Dolgun
doi: 10.5222/jarss.2019.35229  Sayfalar 22 - 29 (1747 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Cerrahi tedavi gereken hastalıklara, anksiyete sıklıkla eşlik etmektedir. Özellikle ciddi düzeydeki anksiyete; cerrahiyi, anesteziyi ve postoperatif iyileşmeyi olumsuz etkilediğinden bu konudaki duyarlı bireyleri tespit etmek önemli olabilmektedir. Bu amaçla hastaların sosyodemografik yapılarının, anksiyete gelişimindeki önemini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya Temmuz - Ekim 2018 tarihleri arasında genel anestezi alan 100 hasta dahil edildi. Hastaların cerrahi öncesi, taburculuk sırasında ve cerrahi işlemden bir ay sonra Beck Anksiyete ölçeği (BAÖ) ile anksiyete düzeyleri ölçüldü. Hastaların yaş, medeni durum, cinsiyet, ekonomik durum, eğitim ve meslek gibi sosyodemografik parametreleri kaydedildi.
BULGULAR: Cerrahi öncesi hastaların %20’sinde şiddetli olmak üzere %81’inde anksiyete tespit edildi. Başlangıçta BAÖ skoru ortalama (ort.) 15.9±8.9 iken, taburculuk öncesinde 10.6±7.1’e, postoperatif 1. Ayda ise 6.1±3.8’e düşmüştür. Kadınlarda, özellikle de ev hanımlarında, emeklilerde, düşük gelir seviyesine sahip bireylerde daha sık anksiyete görülmekteydi. Üniversite mezunlarında da diğer eğitim düzeylerine göre anksiyete daha düşük bulundu(p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastaların yaş ve medeni durumunun anksiyete ile ilişkili olmadığını; kadınlarda özellikle çalışmayan ev hanımlarında ve emeklilerde anksiyetenin en yüksek oranda gözlendiğini tespit ettik. Üniversite mezunu, iyi gelir seviyesine sahip, öğrenci ve memurlarda ise aksine daha az anksiyete mevcuttu. Bu durumun kişilerin eğitim düzeyleri arttıkça, daha rahat bilgilenmesi ve tereddütlerinin azalması ile ilişkili olduğunu düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: Anxiety usually accompanies the diseases that require surgery. Especially, since serious levels of anxiety affect adversely the surgery, anesthesia and postoperative recovery, it is important to identify the sensitive individuals. With this purpose, we’ve researched the effects of sociodemographic backgrounds of the patients on the development of anxiety
METHODS: This research includes 100 patients that had general anesthesia during July - October 2018 period. These patients’ Beck Anxiety Inventory (BAI) and anxiety levels have been measured before the surgery, during discharge and one month after the surgery. The sociodemographic parameters like age, marital status, sex, economic conditions, education and profession have been recorded.
RESULTS: Before surgery, 81%of patients faced with anxiety where %20 were at serious
levels. Also, before surgery the average BAI score was 15.9±8.9, which dropped to 10.6±7.1 during discharge and to 6.1±3.8 at the first month after operation. Anxiety was more commonly seen among women, especially in housewives, retired and low-incomed people. College graduates’ anxiety levels are found less when compared to other education levels (p<0.05).


DISCUSSION AND CONCLUSION: We have detected that the age and marital status of the patients are irrelevant with anxiety and the anxiety levels are highest among women, especially in housewives with no other occupation and the retired ones. On the contrary, less levels of anxiety were seen in college graduates, people with high levels of income, students and civil servants. We believe that the reason behind is that as the education level of a person increases, they can be more comfortably informed and they will have less hesitation.

9.
Spinal Anestezi Uygulanan Hipertansiyon Tanısı Olan Hastalarda Kristaloid İnfüzyonuna Başlama Zamanının Kan Basıncı Üzerine Etkisi
The Effect of Start Time of Crystaloid Infusion on Blood Pressure in Patients With Hypertension Who Underwent Spinal Anesthesia
Kemal Bozkurt, Süheyla Karadağ Erkoç, Çiğdem Yıldırım Güçlü, Dilek Yörükoğlu
doi: 10.5222/jarss.2019.03522  Sayfalar 30 - 37 (2566 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda spinal anestezi uygulanan hipertansiyon tanısı olan hastalarda kristaloid infüzyonuna başlama zamanının kan basıncı üzerine etkilerini retrospektif olarak araştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Spinal anestezi uygulanan, hipertansiyon tanısı olan toplam 54 hasta anestezi gözlem kayıtları incelenerek bolus kristaloid infüzyonunun spinal anestezi uygulanmasından önce ve sonra yapılmasına göre iki gruba ayrıldı. I. Gruba (n = 27) spinal anestezi uygulanmasından önce ve II. Gruba (n = 27) spinal anestezi uygulanmasından sonra 15 ml kg-1 intravenöz kristaloid infüzyonunun ortalama 20 dakikada verildiği görüldü. Hastaların demografik verileri, hemodinamik parametreleri, sensöriyel ve motor blok seviyeleri, uygulanan vazopressör tedavi ve yan etkiler kaydedildi. Sistolik kan basıncının bazal SKB değerine göre % 20’ den daha fazla düşmesi veya SKB’ nin 90 mmHg’ nin altına inmesi hipotansiyon olarak kabul edildi.
BULGULAR: Gruplar arasında demografik veriler ve ameliyat süreleri açısından fark saptanmadı. Hipotansiyon görülme oranı tüm hastalarda % 77.9 (Grup I' de % 88.9, Grup II' de % 77.8) bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda spinal anestezi uygulanan ve hipertansiyon tanısı olan hastalarda, kristaloidlerin spinal anestezi uygulanmadan önce bolus olarak verilmesi ya da spinal anesteziden sonra verilmesi hipotansiyon oranları üzerinde benzer sonuçlar oluşturdu.
INTRODUCTION: In our study we retrospectively investigated the effect of starting time of crystaloid infusion on blood pressure in patients with hypertension who underwent spinal anesthesia.
METHODS: A total of 54 patients with hypertension who underwent spinal anesthesia were divided into two groups according to whether bolus crystaloid infusion was performed before or after spinal anesthesia by reviewing observing records. 15 ml kg-1 intravenous of crystaloid infusion was given in average 20 minutes for Group I (n = 27) before spinal anesthesia and for the II. Group (n = 27) after spinal anesthesia. Demographic data, hemodynamic parameters, sensory and motor block levels, vasopressor, drug administration and side effects were recorded. Decrease in systolic blood pressure more than 20 % compared to baseline SBP (Systolic Blood Pressure) or SBP below 90 mmHg was considered hypotension.
RESULTS: No difference was detected between the groups in terms of demographic data and operation time. It was found that the incidence of hypotension was 77.9 % in all patients (88.9 % in Group I, 77.8 % in Group II).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, in patients with spinal anesthesia and hypertension, administration of crystaloids as bolus prior to spinal anesthesia or after spinal anesthesia had similar results on hypotension rates.

10.
Hipofiz Cerrahisi Yapılan Akromegalik Hastalarda Havayolu Yönetiminin Retrospektif Değerlendirilmesi
A Retrospective Analysis of Airway Management of Acromegalyic Patients Undergoing Pituitary Surgery
Tomurcuk Demirci, Şennur Uzun, Başak Akça, Ülkü Aypar
doi: 10.5222/jarss.2019.00710  Sayfalar 38 - 43 (1457 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Akromegali, büyüme hormonu ve insülin benzeri büyüme faktörü seviyelerinin yüksekliğine bağlı belirgin mortalite ve morbiditesi olan endokrinolojik bir hastalıktır. Akromegalide akral değişikliklere bağlı büyük burun, makroglossi, mandibulada genişleme, kalın ve büyük dudaklar görülür. Farinks, larinks, tonsil, vokal kordlar, mukoza ve yumuşak dokularda hipertrofi olabilir. Akromegalinin bu özelliklerinden dolayı zor maske ventilasyonu ve zor entübasyon söz konusu olabilir. Bu çalışmada amacımız, transsfenoidal hipofiz cerrahisi geçiren akromegali hastalarının havayolu yönetimi sırasında yaşanan zorlukların ve kullanılan yöntemlerin dökümentasyonunu sağlamak ve bu yöntemlerin başarı oranlarını karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Etik kurul onayı alındıktan sonra, 2003-2013 tarihleri arasında üniversitemizde transsfenoidal hipofiz adenomu rezeksiyonu uygulanmış 120 akromegali hastasının perioperatif kayıtları değerlendirildi.
BULGULAR: Zor entübasyon insidansı %10 olarak bulundu ve bulunan sonuçlar literatüre benzerdi. Zor laringoskopisi olan hastalar blade değişimi, eksternal krikoid bası ve guide kullanılarak entübe edildi. Tek bir hastanın entübasyonu için fast-trach LMA kullanıldı. Akromegali hastalarında obstruktif uyku apne sendromu (OSAS) sıklıkla rastlanan bir komorbiditedir ve bu iki durumun birlikte olmasının da zor entübasyon olasılığını arttırdığı gözlemlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Mallampati skorları ve zor entübasyon insidansı açısından belirgin korelasyon bulunmaktadır. Akromegalik hastalarda obstruktif uyku apne sendromunun (OSAS) görülme sıklığı da artmıştır. Sonuç olarak, mallampati skoru yüksek olan, OSAS ın sıklıkla eşlik ettiği akromegali hastalarında havayolu yönetiminin zor olabileceği ve bu hastalarda anestezi indüksiyonuna zor havayolu önlemleri alınarak başlanması gerektiği kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: Acromegaly is an endocrinological disease that has morbidity and mortality characterised by high levels of growth hormone (GH) and insülin like growth factor-I (IGF-I). Due to acral changes, typical big nose and lips, macroglossia, enlargement of mandible may occur. Acromegaly may be associated with hypertrophy of pharynx, larynx, tonsils, vocal cords, mucosa and soft tissue. Due to the characteristics of acromegaly, difficult mask ventilation and difficult airway management might be anticipated in these patients. The purpose of this study was to report the challenges and methods used in airway management in acromegaly patients undergoing transsphenoidal pituitary surgery and to compare the success rates of these methods.
METHODS: The perioperative records of 120 patients that underwent transsphenoidal resection of pituitary adenoma at our university hospital between 2003-2013 were reviewed.
RESULTS: Among the patients studied, difficulty with intubation was encountered in %10 of patients which is consistent with literature. Patients with difficult laryngoscopy were intubated by changing blade, application of external laryngeal pressure or using guide. 1 patient was intubated using fast-trach LMA. Obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) is a frequent co-morbidity in acromegalyic patients and this co-occurrence is also associated with difficult intubation.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Significant correlation was observed between mallampati gradings and difficulty with endotracheal intubation. Also obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) which is very frequent in acromegalic patients is also associated with difficulty in airway management.
During anesthetic management of these patients, complete preparation for the difficult airway
should be done.



11.
Hastane içi Kardiyak Arrest Olguların Değerlendirilmesi
Evaluation of in-Hospital Cardiac Arrest Patients
Gönül Tezcan Keleş, Eralp Çevikkalp, Arzu Açıkel, İsmet Topçu
doi: 10.5222/jarss.2019.33043  Sayfalar 44 - 50 (3836 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Kardiyak arrest,kardiyak fonksiyonların durması veya büyük arterlerde nabız alınamaması; solunum ve bilinç kaybı ile karakterize ani ve beklenmedik şekilde gelişen bir klinik tablodur. Bu çalışmada hastane içi kardiyak arrest olguların prospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yöntemler: Hastanene içinde gelişen erişkin arrest olgular, resüsitasyon işlemi ile birlikte değerlendirmeye alındı. Yaș, cinsiyet, beden kitle indeksi, hastalık grupları, arrest sırasındaki kardiyak ritim, arreste neden olan geri döndürülebilir nedenler, kullanılan ilaç dozları, spontan dolaşım geri dönüş süresi, kan basıncı değerleri kaydedildi. Tüm veriler SPSS 15.0 istatistik programında uygun testler yapılarak değerlendirildi ve p<0,05 anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Bulgular: Araştırmaya 189 olgu dahil edilmiştir. Olguların yaş ortalaması 58,49±16,78’dir. Olguların 71’ü( % 37,5)kadın ve 118’ü(% 62,5) erkektir. Kadınların (n=71) BMI ortalaması 27,04 ± 5,78 kg.m-2, erkeklerin (n=118) BMI ortalaması 23,60 ±4,37 kg.m-2 olarak saptandı (p<0,05). Olguların, % 34,9’sinde (n=66) HT, % 28,5’inde (n=54) DM, % 24,3’inde (n=46) KAH, % 12,6’ünde (n=24) KOAH, %12,1’sinde (n=23) KBY, %14,2’ünde (n=27) SVO, %14,2’ünde (n=27) KKY ve % 6,8’inde (n=13) geçirilmiş MI mevcuttu. DM kadınlarda daha fazlaydı (p<0,05). Arrest ritmleri olarak, NEA (%18,5) ve asistoli (%77,2) tespit edildi. Arreste neden olan geri döndürülebilir nedenler hipoksi (%10,6 n=20) ve hipo-hiperkalemi (%8,5 n=16) en sık görülenlerdi. Resüsitasyon süresi ortalama 38,47±14,71 dk olarak saptandı (n=189). Olguların 46’sında(% 24,3) spontan dolaşım geri döndü, 143’ü(%75,7) exitus olarak kabul edildi. Spontan dolaşım geri dönen olgulara (n=46) uygulanan ortalama resüsitasyon süresi 14,80±9,07 dk idi. SKB 74,35±32,63 mmHg, DAB 45,00±18,34 mmHg olarak kaydedildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Hastane içi arrestlerde nabızsız elektriksel aktivite(NEA) ve asistoli gibi şoklanamayan ritmler en sık görülen ritmdir. SDGD süresinin kısa olması sağ kalım lehinedir. Arreste neden olan geri döndürülebilir nedenler önceden tespit edilmeli ve kritik hastaların değerlendirilmesinde acil müdahale ekibi kardiyak arrest olmadan önce haberdar edilmelidir.
INTRODUCTION: Objective: Cardiacarrest, stopping of cardiac functions or inability to pulse in largearteries; It is a sudden and unexpected clinical condition characterized by respiratory and loss of consciousness. The aim of this study was to evaluate prospectively in-hospital cardiac arrestcases.
METHODS: Methods: We aimed to analyse the patients diagnosed with cardiac arrest in the hospital in accordance to their demographical variabilities, reversible causes in cardiac arrest,return of spontan circulation time, cardiac arrest rhythm, the duration of the cardiopulmonary resuscitation and blood pressure values. SPSS 15.0 is used to analysed and p<0.05 is accept meaning.
RESULTS: Results: We analysed 189 patients. Seventy three of patients is woman(% 37,5), one hundred twenty three of patients is man (% 62,5). The mean age were 58,49±16,78.Mean of woman’s BMI is 27,04 ± 5,78 kg.m-2(n=71), and man’s is 23,60 ± 4,37 kg.m-2 (n=118)(p<0.05).Patients have got %34,9 HT, %28,5 DM, %24,3 CAD,%12,6 COPD,%12,1 CRF,%14,2 SVD,%14,2 HF ve %6,8 MI. DM is seen to be significantly higher in women(p<0,05). CPR time is 38,47 ± 14,71 min.(n = 189). In the 46 of the patients(%24,3), spontaneous circulations were returned, in the 143 of their’s(%75,5) considered to be exitus.ROSC time is 14,80 ± 9,07 min. and mean SBP was 74,35 ± 32,63 mmHg, DBP was 45,00 ±18,34 mmHg. The first arrest rhythm encountered most frequently PEA(%18,5 and asystole(% 77,2)were observed. Reasons that cause arrest can be reversed hypoxia(%10,6) and hypo-hyperkalemia(%8,5) are the most common.


DISCUSSION AND CONCLUSION: Most of patients have got unshockable rhythms such as pulseless electrical activity and asystole.The short cardiac arrest duration is favor for survival patients.Cardiac arrest reversible causes should be pre-determined and critical evaluation of patients before cardiac arrest emergency response team should be notified.

12.
Retrograt İntrarenal Cerrahi Geçiren Hastalarda Nöromuskuler Ajan Kullanımının Postoperatif Titreme Üzerine Etkisi: Randomize Kontrollü Klinik Çalışma
The Effect of Neuromuscular Agent on Postoperative Shivering in Patients Undergoing Retrograde Intrarenal Surgery: A Randomized Controlled Clinical Trial
İlkay Baran, Menekse Oksar, Savas Altınsoy
doi: 10.5222/jarss.2019.47955  Sayfalar 51 - 55 (931 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Titreme ve aktif hareket bilinci açık ve hareket edebilen hastalarda ısı üretimi ve ısınma için çok etkin bir mekanizmadır. Bu çalışma genel anestezi sırasında kas gevşetici (KG) kullanılan erişkinlerde intraoperatif hipotermi ve buna bağlı postoperatif titreme olabileceği hipotezini test etmeyi amaçlamıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrograd intrarenal cerrahi (RIRS) geçirecek 80 hasta rastgele kas gevşetici (KG) kullanılan (Grup R, N=40), KG kullanılmayan (Grup K, N=40) olarak iki gruba ayrıldı. Tüm hastalara havayolu kontrolü için Laringeal Maske (LMA) kullanıldı ve KG verilmesi dışında, standart bir anestezi protokolü uygulandı. Cilt ve iç ısıların monitörizasyonlarından elde edilen veriler ve titreme muayeneleri anestezi indüksiyonundan önce (t0), KG verildiğinde (t1), intraoperatif 15 (t2), 30 (t3), ve 60 (t4) ve postoperatif 0 (t5), 10 (t6), 15 (t7), 30 (t8), 60 (t9) dakikalarda kaydedildi.
BULGULAR: Grup R’de t0, t1, t2, t3 ve t5 cilt ısısı Grup K’dan anlamlı derecede yüksek iken iç ısılar bakımından gruplar arasında fark yoktu. (t5, t6 ve t7'de titreme olanların oranı Grup R’de Grup K’dan anlamlı derecede fazla idi (p<0,05). Her iki grupta da cilt ısısında t0’a göre istatistiksel olarak anlamlı fark görülmektedir. Buna göre K grubunda t7,8,9’da t0’a göre anlamlı fark saptanırken R grubunda t1’de farklılık saptanmıştır. Grup R’de iç ısı t3’de t2’ye ve Grup K’da t3 de t1, ve t2’ye göre anlamlı düşüktü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Postoperatif titreme ve buna neden olan mekanizmaların anlaşılması önemli bir konudur. Hipotermi üzerinden sinir kas gevşetici kullanımı ile muhtemel bir ilişki ise intraoperatif ısı yönetimi ve respiratuar ve kardiyak rezervi düşük hastalar açısından araştırılmaya değer. Bu çalışmadan elde edilen veriler, KG kullanımı ile intraoperatif hipotermi arasında bir ilişkiyi desteklemezken, postoperatif titreme ile bir ilişkiyi açıkça göstermiştir. Bununla beraber, vücut sıcaklığına kas gevşeticilerin muhtemel etkileri ve erişkinlerdeki periferik savunma mekanizmalarının ve belki ilave olarak santral mekanizmaların çalışılmasına gereksinim vardır.
INTRODUCTION: It is a very effective mechanism for heat generation and warming in patients with open and movable consciousness. This study aimed to test the hypothesis that intraoperative hypothermia and postoperative shivering may be present in adults using neuromuscular blocker (NMB) during general anesthesia.
METHODS: Eighty patients who underwent retrograde intrarenal surgery (RIRS) were randomly divided into two groups to receive either neuromuscular blocking agent (NMB) or not [Group R (NMB+), N = 40; Group K (control), N = 40)]. Laryngeal mask (LMA) was used for airway control in all patients and a standard anesthetic protocol was performed except for NMB administration. Data obtained from the monitoring of skin and internal temperatures and shivering tests were performed prior to anesthesia induction (t0), when given NMB (t1), intraoperative 15 (t2), 30 (t3), and 60 (t4) and postoperative 0 (t5), 10 (t6), 15 (T7), 30 (t8), 60 (t9) minutes.
RESULTS: In group R, t0, t1, t2, t3 and t5 skin temperature were significantly higher than group K, but there was no difference between the groups in terms of internal temperatures. (t5, t6 and t7 in the proportion of those who have tremors in group R was significantly higher than group K (CI-Square p <0.05). In both groups, there is a statistically significant difference in skin temperature compared to t0. According to this, there was a significant difference in t7,8,9 in Group K and t1 in group R according to t0. In Group R, the internal temperature was significantly lower in t3 than in t2, and t3 in group K was significantly lower than t1 and t2.
DISCUSSION AND CONCLUSION: An understanding of postoperative shivering and the mechanisms that cause it is an important issue. A possible association with the use of neuromuscular blocker over hypothermia is worth investigating for patients with intraoperative heat management and low respiratory and cardiac reserve. The data obtained from this study did not support a relationship between NMB use and intraoperative hypothermia, but clearly showed a relationship with postoperative shivering. However, there is a need to study the possible effects of neuromuscular blockers on body temperature and peripheral defense mechanisms in adults, and perhaps also central mechanisms.

13.
Koroner Arter Baypas Cerrahisi Sonrası Gelişen Hastane İçi Mortalite ve Komplikasyonlar, Preoperatif Değerlerle Prediksiyon Mümkün mü?
In-Hospital Mortality and Complications Following Coronary Artery Bypass Surgery; is it Possible to Predict with Preoperative Values?
Eda Balcı, Aslıhan Aykut, Aslı Demir, Ülkü Sabuncu, Rabia Koçulu, Ümit Karadeniz
doi: 10.5222/jarss.2019.32042  Sayfalar 56 - 62 (960 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, izole koroner arter baypas cerrahisi geçiren hastalardaki, kısa dönemde gelişen komplikasyon ve mortalitenin, literatürde sık kullanılan preoperatif prediktörler ile değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kardiyopulmoner baypas pompası kullanılarak koroner arter baypas cerrahisi yapılan 518 hasta retrospektif olarak araştırılmıştır. Preoperatif açlık kan glukozu, hemoglobin, nötrofil, platelet sayısı, eritrosit dağılım genişliği, ortalama platelet hacmi, platelet lenfosit oranı, nötrofil lenfosit oranı, metabolik sendrom kriterleri kayıt edilmiştir. Bu preoperatif verilerin postoperatif kısa dönem komplikasyonlar ve mortalite ile ilişkisi araştırılmıştır.
BULGULAR: 518 hastanın 26’sında (%5) 30-günlük mortalite gözlenmiştir. Mortalite ile ileri yaş, hipertansiyon varlığı, açlık kan glukozu ve platelet lenfosit oranı ilişkili bulunmuştur. Ancak çok değişkenli analizlerde sadece ileri yaşın mortalite için bağımsız prediktör olduğu görülmüştür. Hastaların 66’sında (%12,7) postoperatif en az bir komplikasyon görülmüştür. Yaş, açlık kan glukozu, hemoglobin değeri, ortalama platelet hacmi, nötrofil lenfosit oranı komplikasyon gelişimi ile lişkili bulunmuştur. Ancak çok değişkenli analizlerde sadece ileri yaş komplikasyon gelişimi için bağımsız prediktör olarak görülmüştür.


TARTIŞMA ve SONUÇ: Sadece preoperatif veriler ile koroner arter baypas cerrahisi geçiren hastalarda mortalite ve komplikasyon öngörmek mümkün değildir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to evaluate short-term complications and mortality in patients undergoing isolated coronary artery bypass surgery with preoperative predictors commonly used in the literature.
METHODS: 518 patients who underwent coronary artery bypass surgery using cardiopulmonary bypass pump were retrospectively investigated. Preoperative fasting blood glucose, hemoglobin, neutrophil, platelet count, erythrocyte distribution width, mean platelet volume, platelet lymphocyte ratio, neutrophil lymphocyte ratio, metabolic syndrome criteria were recorded. These preoperative datas have been investigated in relation to postoperative short term complications and mortality.
RESULTS: 30-day mortality was observed in 26 of 518 patients (5%). Mortality was associated with advanced age, presence of hypertension, fasting blood glucose and platelet lymphocyte ratio. However, in multivariate analyzes, only advanced age was seen as independent predictor of mortality. At least one postoperative complication was seen in 66 patients (12,7%). Age, fasting blood glucose, hemoglobin value, mean platelet volume, neutrophil lymphocyte ratio were found to be associated with complication development. However, in multivariate analyzes only age was seen as independent predictor of complications.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is not possible to predict mortality and complications in patients undergoing coronary artery bypass surgery only with preoperative datas.

OLGU SUNUMU
14.
Serebro-Okülo-Fasiyo-Skeletal Sendromlu Çocukta Anestezi Yönetimi
Anesthetic Management of a Child with Cerebro-Oculo-Facio-Skeletal Syndrome
Alev Şaylan, Nalan Çelebi, Özgür Canbay
doi: 10.5222/jarss.2019.99608  Sayfalar 63 - 65 (1093 kere görüntülendi)
Serebro-okülo-fasiyo-skeletal sendrom (COFS, Pena-Shokeir Syndrome Type II, Cockayne Syndrome Type II); çocukluk çağında ölümlere neden olabilen otozomal resesif geçişli, nadir görülen progresif bir sendromdur.
Bu olgu sunumu ile COFS tanılı hastamızda konjenital katarakt cerrahisi için anestezi yönetiminin sunulması amaçlanmıştır.
Cerebro-oculo-facio-skeletal syndrome (COFS, Pena-Shokeir syndrome Type II, Cockayne syndrome Type II) is a rare progressive syndrome with autosomal recessive transition that may cause death in childhood.
We aimed to present the anesthesia management in congenital cataract surgery in a patient with COFS in the present study.

15.
Karsinoid Kalp Hastalığı Nedeniyle Triküspid Kapak Replasmanı Yapılan 14 Yaşındaki Erkek Çocuğunda Başarılı Anestezi Yönetimi
Successful Anesthetic Management of a 14 Year Old Boy Undergoing Tricuspid Valvular Surgery for Carcinoid Heart Disease
Aynur Camkıran Fırat, Murat Özkan, Ilkay Erdoğan, Pınar Zeyneloğlu
doi: 10.5222/jarss.2019.77487  Sayfalar 66 - 69 (887 kere görüntülendi)
Giriş
Bu olgu sunumunda karsinoid kalp tutulumu nedeniyle triküspid kapak replasmanı yapılan çocuk hastada kardiyopulmoner baypastan (KPB) ayrılma sırasında uygulanan strateji anlatılmaktadır.

Olgu Sunumu
14 yaşında olan hastamızın evre IV karaciğer metastazı olan nöroendokrin tümörü vardı. Hastaya premedikasyon amacıyla peroral verilen midazolam ve hidroksizinin yanına somatostatin analogu (Octreotid®) ve feniramin maleat ilave edildi. Octreotid® ve 5-hidroksitriptamin reseptör antagonisti aynı zamanda pompa rezervuarına da yapıldı ve ısınma döneminde doz tekrarlandı. Triküspid kapak yerine biyolojik kapak yerleştirildi ve pulmoner çıkıma krosanüler yama koyuldu. Postoperatif ilk gün 5 µkg-1dak-1 dopamin infüzyonu devam etti. Cerrahi sonrası 20. saatte ekstübe edilen hasta, postoperatif 6. gün taburcu oldu.

Tartışma
Bu olgunun premedikasyonuna ve pompa rezervuarına somatostatin analogu, feniramin maleat ve metilprednizolon ilave edilmesi ve histamin salımınına neden olabilecek atrakuryum, morfin ve meperidin gibi ajanlardan kaçınılması ile karsinoid kriz gelişmeden cerrahinin tamamlanması sağlanmıştır.
Introduction
We present our strategy for successful management of pediatric patients with carcinoid heart disease when weaning from cardiopulmonary bypass (CPB) during tricuspid valvular surgery.
Case Presentation
The patient was a 14-year-old boy who had been diagnosed with a grade IV neuroendocrine tumor. For surgery, the patient was premedicated with oral midazolam, hydroxyzine, somatostatin analogue (Octreotide®), and pheniramine maleate. Octreotide® and serotonin 5-hydroxytryptamine3 receptor antagonist were also added during the rewarming period. Dopamine was continued as an infusion (5 µg kg-1 min-1) for the first day. Bioprosthetic valve placement and transannular right ventricular outflow tract patch augmentation were performed. He was extubated within 20 hours and was discharged from the hospital at 6 days post-surgery.
Discussion:
Appropriate premedication is recommended, as this can prevent emotional stress, induction can be carried out safely using a combination of opioids. Drugs that cause histamine release (morphine, meperidine, atracurium) should be avoided and weaning from CPB should be done with care to avoid hemodynamic instability and carsinoid crisis.

16.
Limb-Girdle Musküler Distrofi’li Gebede Anestezi Yönetimi
Anesthetic Management of A Pregnant Woman With Limb-Girdle Muscular Dystrophy
Resul Yılmaz, Ruhiye Reisli, Osman Mücahit Tosun, Ahmet Topal, Sema Tuncer Uzun
doi: 10.5222/jarss.2019.43531  Sayfalar 70 - 73 (1893 kere görüntülendi)
Limb-girdle musküler distrofiler (LGMD), otozomal dominant veya resesif geçiş özelliği gösteren, pelvis ve omuz çevresi kaslarında ilerleyici zayıflık ve atrofi ile ortaya çıkan, heterojen bir hastalık grubudur.
Rejyonel anestezi sezeryan operasyonları için hem anne açısından hem de bebek açısından birçok avantajlara sahip olmakla birlikte, kas hastalığı öyküsü bulunan hastalarda rejyonel anestezi uygulaması ile etkin bir anestezi sağlanabilmektedir. Bununla birlikte genel anestezinin bu hastalar için öngörülen komplikasyonlarından uzak durmak da mümkündür
LGMD sık görülmemekle birlikte, anestezi yönetimi açısından özellikli noktalar içermektedir. Bu olguda, LGMD’li gebede anestezi yönetimimize ait klinik deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Limb-girdle muscular dystrophies (LGMD) are a group of heterogeneous diseases which are autosomal dominant or recessively inherited, characterized by a progressive weakness and atrophy around the pelvis and in muscles of the shoulder.
Not only has regional anesthesia many advantages both for the mother and the baby during C-section procedures but also it enables effective anesthesia for patients with a history of muscular diseases. Moreover, it is possible to evade foreseeable complications of general anesthesia for such patients as well.
Although LGMD is not common, it has specific anesthesia management issues. In this case, we aimed to present our clinical experience in a pregnant women with LGMD.

EDITÖRE MEKTUP
17.
Yüzeyel Servikal Pleksus Bloğunun Pediatrik Hastada Postaurikular Flap ile Aurikula Rekonstruksiyonunda Etkin Analjezik Etkinliği
Superficial Cervical Plexus Block Produces Effective Analgesia in Auricular Reconstruction Using Postauricular Flap in a Pediatric Patient
Hadi Ufuk Yörükoğlu, Yavuz Gürkan
doi: 10.5222/jarss.2019.55265  Sayfalar 74 - 75 (943 kere görüntülendi)
Makale Özeti |Tam Metin PDF