ISSN - 1300-0578 | e-ISSN - 2687-2242
JARSS - JARSS: 27 (4)
Cilt: 27  Sayı: 4 - 2019
1.
Kapak
Cover

Sayfa I (600 kere görüntülendi)

2.
İçindekiler
Contents

Sayfalar II - VI (859 kere görüntülendi)

DERLEME
3.
Evrensel Bilimin Paylaşımında Dergiler ve Kongreler
Journals and Congresses in The Sharıng of Unıversal Scıence
F. Yeşim Gökce Kutsal
doi: 10.5222/jarss.2019.50479  Sayfalar 235 - 244 (1241 kere görüntülendi)
Dergiler ve kongreler, bilimsel iletişim için temel oluşturan resmi bilgi kanallarıdır. Bilimsel dergi editörlerinin dergilerine, yazarlarına ve okuyucularına karşı sorumlulukları vardır. Danışmanlıkların adaletli, zamanlamaya uygun ve titizlikle gerçekleşmesinin sağlanması için, tüm editoryal süreçlerin izlenmesinden sorumludurlar. Dergilerin kendi belirledikleri makale seçim ve yayınlama kriterleri vardır. Danışmanlık sistemi dergilerde bilimsel kaydın bütünlüğünün sağlanması açısından önemli bir rol oynamaktadır. Dergi ve danışmanlar arasında açık bir iletişimin olması önemlidir. Tutarlı, adil ve zamanında inceleme sağlanması açısından dergi editörleri, danışmanlar ve yazarlar arasındaki tüm iletişimi/etkileşimi sağlamaktadırlar. Danışmanlar, editörler tarafından seçilir ve makalelerin yansız, bilimsel ve zamanlamaya uygun şekilde değerlendirilmesinden sorumludur. Makalelerin yayımlanma aşamasında uygun dergi seçimi ciddiye alınması gereken bir konu olup, bu anlamda yağmacı dergi ve kongrelerin saptanması ve ayrıştırılması önemli bir sorundur. Ne yazık ki halen araştırmacılara makale gönderim aşamasında uygun dergi seçimi ve makale gönderim süreçleri ile ilgili yeterli eğitim ve yönlendirme sunulmamaktadır.
Journals and the congresses are the formal information channels that form the basis for scientific communications. Editors of scientific journals have responsibilities toward their journals,
authors and readers. They are responsible for monitoring the peer-review editorial process so as
to ensure the fairly, timely, and thoroughly realization of counselling procedures. The journals
have their own manuscript selection, and publication criteria. The peer-review system plays an
important role in ensuring the integrity of the scholarly record. Clear communication between the
journal and the reviewers carries importance. Editors mediate all interactions between reviewers
and authors so as to facilitate consistent, fair and timely review. Reviewers are selected by the
editors and they are responsible for the fair and scientific evaluation of the manuscripts in time.
The process of selecting a suitable journal for publication should be taken seriously because the
identification and avoidance of predatory journals and conferences is an important issue.
Unfortunately, currently, researchers receive little education or support about navigating journal
selection and submission processes.

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
4.
Septik Şokta Pozitif Sıvı Dengesi ve Mortalite İlişkisi
The Relationship Between Positive Fluid Balance and Mortality in Septic Shock
Esra Çakir, Ahmet Bindal, Nevzat Mehmet Mutlu, Pakize Özçiftci Yılmaz, Cihangir Doğu, Işıl Özkoçak Turan
doi: 10.5222/jarss.2019.96168  Sayfalar 245 - 250 (1422 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Septik şok resüsitasyonunda intravenöz sıvının uygulanması için en uygun yaklaşım bilinmemektedir. Septik şoku olan hastalarda pozitif sıvı dengesi ile kötüleşen sonuçlar arasında bir ilişki olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızda bu ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma 1 Ocak 2017 ile 31 Aralık 2017 tarihleri arasında Anestezi ve Reanimasyon
Yoğun Bakım Ünitesinde yapıldı. Veriler retrospektif olarak hastaların dosyalarından elde edildi.
Sepsis nedeniyle yatan tüm hastaların 0-24 saat, 0-72 saat ve 0-7 gün arası sıvı dengesi ile mortalite ilişkisi değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya 164 sepsis hastası dahil edildi. Yirmi dördüncü saat sıvı dengesi için ROC
eğrisi altındaki alan 0.794’tü. (%95 GA: 0.724-0.853 p=0.0001). Mortalite için 24. saatteki sıvı
dengesi eşik değeri >1700 mL (duyarlılık: %73.61, %95 GA: 61.9-83.3, özgüllük: %76.09, %95 GA:
66.1-84.4) olarak bulundu. Yetmiş ikinci saat sıvı dengesi için ROC eğrisi altındaki alan 0.823’tü.
(%95 GA: 0.753-0.880 p=0.0001). Mortalite için 72. saatteki sıvı dengesi eşik değeri >1600 mL
(duyarlılık: %86.15, %95 GA: 75.3-93.5, özgüllük: %67.82, %95 GA: 56.9-77.4) olarak bulundu.
Yedinci gün sıvı dengesi için ROC eğrisi altındaki alan 0.857’tü. (%95 GA: 0.780-0.916 p=0.0001).
Mortalite için 7. gündeki sıvı dengesi eşik değeri >1910 mL (duyarlılık: %100, %95 GA: 92.7-100,
özgüllük: %66.15, %95 GA: 53.4-77.4) olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Günlük pozitif sıvı dengesi ile mortalitenin ilişkili olduğunu ve pozitif sıvı dengesinin sepsis
hastalarında mortalite göstergesi olarak takip edilmesi gerektiğini düşünüyoruz
INTRODUCTION: The most suitable therapy modality for resuscitation of septic shock, is still not known yet. There are some reports mentioning some correlation between the worrying results and positive fluid balance of patients having septic shock. This study aimed to identify this relationship.
METHODS: This retrospective study was conducted in Anesthesia and Reanimation Intensive Care Unit between 1 January 2017 and 31 December 2017. The data of the patients were obtained from the medical records. The relationship between fluid balance and mortality between 0-24 hours, 0-72 hours and 0-7 days was evaluated in all hospitalized patients with sepsis.
RESULTS: We studied 164 patients with sepsis. The area beneath the curve of Receiver Operating Characteristic (ROC) was 0,794 on 24th hour (95% confidence interval (CI): 0.724 – 0.853 p = 0.0001). The cutoff level of fluid balance for mortality on 24th hour was found out to be >1700 mL (sensitivity: 73.61%, 95% CI: 61.9-83.3, specificity: 76.09%, 95% CI: 66.1-84.4). The area beneath the curve of ROC was 0,823 on 72th hour (95% CI: 0.753 – 0.880 p = 0.0001). The cutoff level of fluid balance for mortality on 72th hour was found out to be >1600 mL (sensitivity: 86.15%, 95% CI: 75.3-93.5, specificity: 67.82%, 95% CI: 56.9-77.4). The area beneath the curve of ROC was 0,823 on 7th day (95% CI: 0.780 – 0.916 p = 0.0001). The cutoff level of fluid balance for mortality on 7th day was found out to be >1910 mL (sensitivity: 100%, 95% CI: 92.7-100, specificity: 66.15%, 95%CI: 53.4-77.4).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Daily positive fluid balance is strictly correlated to mortality thus, close follow up for fluid balance may enhance us for the prediction of mortality.

5.
Sezaryen Operasyonlarında Spinal Anesteziye Bağlı Hipotansiyon Perfüzyon İndeksi veya Pleth Variabilite İndeks ile Öngörülebilir mi ?
Can Perfusion Index or Pleth Variability Index Predict Spinal Anesthesia Induced Hypotension During Caesarean Section?
Mahmut Arslan, Gözen Öksüz, Bora Bilal, Cengizhan Yavuz, Mehmet Kandilcik, Adem Doğaner, Feyza Çalışır
doi: 10.5222/jarss.2019.69775  Sayfalar 251 - 257 (1971 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Sezaryen operasyonlarında tercih edilen anestezi yöntemi spinal anestezidir ancak hastaların önemli bir kısmında hipotansiyona yol açar. Bu çalışmada farklı pozisyonlardaki perfüzyon indeksi (Pİ) ve pleth variabilite indeksi (PVİ) değerlerinin sezaryen operasyonu için uygulanan spinal anestezi sonrası gelişen hipotansiyonu öngörme kabiliyetini değerlendirdik.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Spinal anestezi ile alt segment sezaryen operasyonu olacak 90 gebe çalışmaya dahil edildi. Preoperatif hazırlık odasında supin, yarı oturur, pasif bacak kaldırma ve sol lateral dekübit pozisyonlarda iken Pİ ve PVİ değerleri kaydedildi. Sonra hastalar ameliyathaneye alındı ve supin ve oturur pozisyonlarda Pİ ve PVİ değerleri yeniden kaydedildi. Oturur pozisyonda L3-L4 veya L4-L5 aralıklarından 10 mg %0,5 bupivakain ile spinal anestezi uygulandı. Spinal anesteziden bir dakika sonraki Pİ ve PVİ değerleri postspinal değerleri olarak kaydedildi. Bağımsız değişkenlerin hipotansiyon üzerine etkileri logistik regresyon analizi ile değerlendirildi. Pİ ve PVİ değerleri ile hipotansiyon arasındaki ilişki ROC analizi ile değerlendirildi.

BULGULAR: Hipotansiyon insidansı %60 idi. Spinal sonrası hipotansiyon için post-spinal PVİ değerinin zayıf prediktif değeri olduğunu saptadık (AUC=0.663, 95% CI 0.530-0.796, p=0.024).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Değerlendirilen parametreler arasında, sezaryen operasyonlarında spinal anesteziye bağlı gelişen hipotansiyonla sadece post-spinal PVİ arasında ilişki saptandı. Ancak, bu değerin düşük spesifisite ve sensitivitesi nedeniyle rutin klinik uygulamada faydalı olmayabilir.

INTRODUCTION: Although spinal anesthesia is the preferred anesthetic method for caesarean section, it leads to hypotension in a significant proportion of the patients. In this study, we assessed the predictive ability of perfusion index (PI) and pleth variability index (PVI) in different positions, for hypotension after spinal anesthesia administered for caesarean delivery.

METHODS: Ninety parturients scheduled for elective low segment caesarean section under spinal anesthesia were enrolled. In the preoperative holding area, PI and PVI values were recorded in the supine, semi-recumbent, passive leg raise and left lateral positions. Then, parturients were taken to the operating room; PI and PVI were recorded again in the supine and sitting positions. Spinal anesthesia was performed with 0.5% hyperbaric bupivacaine (10 mg) through L3-L4 or L4-L5 interspaces in the sitting position. PI and PVI values one minute after spinal anesthesia induction were recorded as postspinal measurements. The effect of independent variables on hypotension was analyzed with logistic regression analysis. The relationship between PI and PVI values and incidence of hypotension was evaluated using ROC analysis.

RESULTS: The incidence of hypotension was 60%. Post-spinal PVI was found to have a weak predictive value for post-spinal hypotension (AUC=0.663, 95% CI 0.530-0.796, p=0.024).

DISCUSSION AND CONCLUSION: Among the parameters evaluated, only post-spinal PVI was associated with spinal anesthesia-induced hypotension in caesarean section. However, it may not be useful in routine clinical practice due to its low specificity and sensitivity.


6.
Klinik Ultrasonografi Kullanımına Anesteziyologların Bakışının Değerlendirilmesi
Evaluation of the Attitudes of Anesthesiologists to the use of Clinical Ultrasonography
Fatma Kavak Akelma, Savas Altinsoy, İlkay Baran Akkuş, Hilal Aslan, Julide Ergil
doi: 10.5222/jarss.2019.79188  Sayfalar 258 - 264 (1157 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Çalışmanın amacı, klinik anestezideki ultrasonografi kullanımı ve bunun klinik pratiğe katkısını anket aracılığıyla değerlendirmektir.



YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma bağımsız etik kurul tarafından onaylandı. Yüz kırk altı anesteziste yüz yüze veya
e-mail aracılığıyla anket soruları yöneltildi ve yanıtları kaydedildi. Klinik ultrasonografi tutumları
5 noktalı Likert skalası ile değerlendirildi.
BULGULAR: Katılımcıların yaş ortalaması 38.45±9.49; %28’i araştırma görevlisi, %72’si uzman doktordu. %53.79’u eğitim araştırma hastanesinden, 21.38’i devlet hastanesinden, %16.55’i üniversite hastanesinden, %8.28’i özel hastanedendi. Araştırma görevlileri uzman hekimlere kıyasla
daha yüksek oranda hem rejyonal hem de klinik anestezi girişimlerinde ultrasonografi kullanmaktaydı (p=0.008). Araştırma görevlileri ultrasonografi kullanımında eğitimlerinin yeterli olduğunu
düşünmekteydi. Ek kurs gereksinim duyma bakımından hekimler arası fark yoktu. Katılımcıların
çoğu ultrasonografinin klinik pratiğe katkı sağladığını düşünmekteydi. Klinik ultrasonografi en
çok santral ven girişimlerinde (%97.3) tercih etmekteydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ultrasonografi rejyonal yöntemlerin yanı sıra perioperatif klinik sorunların belirleme ve
tedavisinde de sık kullanılmaktadır. Çalışmamızda, rejyonal ve klinik anestezi alanında ultrasonografi kullanımı, araştırma görevlileri arasında uzman hekimlere kıyasla daha yüksek oranda tercih
edilmektedir. Ultrasonografi kullanım oranı eğitim kliniklerinde daha yüksektir..
INTRODUCTION: The aim of study was to evaluate the use of ultrasonography in clinical anesthesia and its role in clinical practice among anesthetists.

METHODS: Study was approved by the independent Ethics Committee. 146 anesthesiologist were included. The questionnaire was asked by face to face or by email. Clinical ultrasonography attitudes were evaluated with a 5-pointLikert scale.
RESULTS: The mean age of the participants was 38.45±9.49, consisted of 28% assistant physicians and 72% specialist physicians; 53.79% of them were employed in the educational research hospital, 21.38 in the state hospital, 16.55% in the university hospital and 8.28% in the private hospital. Assistant physicians used ultrasonography in both regional and clinical anesthesia interventions compared to specialist physicians (p= 0.008). As compared to specialist physicians, assistant physicians think that assistant education is sufficient for ultrasonography use. There was no difference between physicians in terms of the need for an additional course. The majority of participants think that ultrasonography use contributes to clinical practice. Clinical ultrasonography is most preferred in central venous attempts (97.3%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Ultrasonography is frequently used by anesthetists in the detection and treatment of perioperative clinical problems as well as regional methods. In the our study, The use of ultrasonography in the field of regional and clinical anesthesia was more preferred among the physicians who were continuing their specialist training compared to the specialist physicians. The rate of ultrasonography use was found to higher in education clinics.

7.
Bir Üniversite Hastanesinde Üçüncü Basamak Yoğun Bakım Hastalarında Tanıya Göre Maliyet Analizi
Cost Analysis According to Diagnosis in Tertiary Care Patients in a University Hospital
Kevser Peker
doi: 10.5222/jarss.2019.98852  Sayfalar 265 - 271 (2422 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmada, hastane maliyetleri içinde çok önemli bir yer tutan yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) tanıya göre maliyetleri ortaya çıkarmak için YBÜ’lerinde gelir ve giderler arasındaki farkları hesaplayarak maliyet kontrolü ve verimliliğin yükseltilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: YBÜ’ de tedavi edilen hastaların gelir ve gider verileri bilgi işlem ve fatura bölümlerinden alınarak hasta tanısına göre maliyetler analiz edilmiştir. Hastaların demografik verileri, yatış süreleri, yoğun bakım sonuçları, yoğun bakımın toplam gelir ve giderleri ile hastaların tahlil, tedavi ücretleri, ilaç ve sarf malzeme ücretleri ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Bu araştırmaya toplam 115 hasta dahil edilmiştir. Hastaların yatış tanı gurupları akut repiratuvar distres sendromu, pulmoner ödem, zehirlenme, trafik kazası, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), pnömoni, pulmoner emboli, postoperatif hasta ve nedeni bilinmeyen kardiyak arrest şeklindedir. Doğrudan ilk malzeme ve ilaç giderleri hesap edildiğinde yoğun bakımda KOAH grubunda hasta başına elde edilen gelirin 619.47 türk lirası olduğu, postoperatif grupta ise maliyet kaybı olduğu gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: YBÜ’lerinde maliyet analizi yöntemlerinin kullanılması hem mevcut tedavilerin devamını hem de ihtiyaca göre yeni düzenleme yapmayı mümkün kılabilirler. Aynı zamanda kısıtlı kaynakların en verimli şekilde kullanılması sağlanabilir. Böylece yoğun bakım hastalarının gelişmiş tedavilere ulaşması daha kolay olabilir.
INTRODUCTION: In this study, it was aimed by increasing the cost control and efficiency by calculating the differences between the income and expenses which are very important in hospital costs according to the diagnosis in the ICU.
METHODS: The income and expense data of the patients were taken from the data processing and billing departments and analyzed according to the patient diagnosis. Patients' demographic data, hospitalization times, intensive care unit results, total income and expenses, treatment fees, drug and consumables fees were evaluated separately
RESULTS: A total of 115 patients were included in this study. The diagnosis groups of the patients were acute repiratory distress syndrome, pulmonary edema, intoxication, traffic accident, chronic obstructive pulmonary disease (COPD), pneumonia, pulmonary embolism, postoperative patient and cardiac arrest. It was observed that the income per patient was 619.47 turkish liras in the COPD group, there was a cost loss in the postoperative group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The use of cost analysis methods in ICUs may enable both continuation of existing treatments and new arrangements according to needs. At the same time, limited resources can be used in the most efficient way. Thus, it may be easier for ICU patients to reach advanced therapies.

8.
Brakiterapi Alan Jinekolojik Kanserli Hastalarda Anestezi Uygulamasına Opiyoid Eklenmesinin Derlenme Üzerine Etkileri
The Effects of Adding Opioids to Anaesthesia on the Recovery of Patients with Gynaecological Cancer Receiving Brachytherapy
Güldeniz Argun, Sinem Gevenkiriş, Süheyla Ünver
doi: 10.5222/jarss.2019.63308  Sayfalar 272 - 276 (828 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada jinekolojik kanserli hastalarda brakiterapi için günübirlik anestezi uygulamalarında tek başına propofol kullanımı ile propofole ilaveten fentanil kullanımının, anesteziden derlenme süresi, postoperatif analjezik tüketimi ve taburculuk sürelerine etkilerini retrospektif olarak araştırmayı planladık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Yerel etik kuruldan çalışma onayı alındıktan sonra, 5 aylık sürede brakiterapi yapılan 67 hasta çalışmaya dahil edildi. Bütün hastalara premedikasyon amaçlı midazolam, indüksiyon için propofol ve gerektiğinde fentanil uygulanmıştı. Kayıtlardan ulaşılan hastalar, opioid kullanılan (Grup I, n=37) ve kullanılmayan (Grup II, n=30) olmak üzere iki gruba ayrıldı. İşlem süreleri, kullanılan ilaç dozları, hemodinamik veriler, derlenme süreleri, taburculuk süreleri kayıtlardan ulaşılarak değerlendirildi.
BULGULAR:
Operasyon süresi iki grupta benzerdi. Propofol tüketimi Grup I’de ortalama 1.865 mg kg-1, Grup II’de 2.03 mg kg-1 idi (p>0.05). Ortalama fentanil tüketimi opioid grubunda 1.12 mcg kg-1 idi ve yaş ortalaması bu grupta anlamlı olarak düşüktü. Postoperatif analjezik tüketimi, derlenme zamanı ve taburculuk zamanı bakımından iki grup arasında fark yoktu.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Günübirlik girişimlerde hastanın anesteziden kısa sürede derlenmesi için yarılanma ömrü kısa anestetikler tercih edilmektedir. Çalışmamızda brakiterapi için anestezi uygulamasında fentanil ihtiyacı olan hastaların yaş ortalamasının daha düşük olduğunu ve ilave verilen fentanilin derlenme süresinde anlamlı uzamaya sebep olmadığını bulduk.
INTRODUCTION: The aim of this retrospective study was to investigate the effects of using propofol alone and using fentanyl addition to propofol on post-operative analgesic consumption, duration of recovery and discharge for brachytherapy in patients with gynaecological cancer.
METHODS: After obtaining the study approval from the local ethics committee, 67 patients who had brachytherapy within 5 months were included in the study. All patients were administered midazolam for premedication and propofol and fentanyl if necessary for induction. Patients were categorised into two groups, those using opioids (Group I, n = 37) and those not using opioids (Group II, n = 30). The duration of the procedure, drug doses, haemodynamic data, recovery times and discharge times were obtained from records and evaluated.
RESULTS: The duration of operation was similar in both groups. Propofol consumption was 1.865 mgkg−1 in Group I and 2.03 mgkg−1 in Group II (p > 0.05). The average fentanyl consumption in the opioid group was 1.12 mcgkg−1 and the average age was significantly lower in this group. No difference was detected between the groups in terms of the analgesic consumption and the duration of recovery and discharge.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Anaesthetics with shorter half-life are preferred in daily interventions. This study showed that the average age of the patients who required fentanyl during anaesthesia for brachytherapy was lower; and the fentanyl that is administered additionally did not lead to significant prolongation in recovery time.

9.
Yenidoğan ve Çocuklarda İntraoperatif Mekanik Ventilasyon Stratejileri: Ulusal anket
Intraoperative Mechanical Ventilation Strategies in Newborns and Children: A National Survey
Zehra Hatipoğlu, Oya H. Yüregir, Dilek Ozcengiz
doi: 10.5222/jarss.2019.81994  Sayfalar 277 - 284 (1051 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Genel anestezi altındaki çocukların çoğunun mekanik ventilasyona ihtiyacı vardır. Ancak literatürde, bu uygulama için birçok parametrenin yetişkin hastalar örnek alınarak uygulandığı bildirilmiştir. Çocuklar için intraoperatif mekanik ventilasyon hakkında literatür eksikliği bulunmaktadır. Bu anketin amacı, Türk anesteziyologlar arasında “yenidoğan ve çocuklarda mekanik ventilasyona dayalı intraoperatif solunum parametreleri nasıl yönetilmektedir?” sorusuna cevap aramaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Anestezistlere otuz dört soru içeren anket uygulandı. Bu ankette mekanik ventilasyon modları, tidal volüm, pozitif son ekspiratuar basınç (PEEP), inspire edilen oksijen fraksiyonu (fiO2), solunum sayısı, periferal oksijen saturasyonu (SpO2), end-tidal karbondioksid (EtCO2) ve recruitment manevraları ile ilgili klinik uygulamalar hakkında bilgi toplandı.
BULGULAR: Bu ankete toplam 148 anestezi uzmanı ve anestezi asistanı cevap verdi. Ankete katılanların %77’si üniversite hastanesinde çalışıyordu. Katılımcıların % 60'ından fazlası yenidoğanlarda ve çocuklarda volüm kontrollü modu tercih etmekteydi. En sık kullanılan tidal volüm ve PEEP değerleri sırasıyla 6-8 mLkg-1 ve 3-4 cmH2O'dur. SpO2 ve EtCO2 içeren monitörizasyon % 85'in üzerinde bir oranda uygulanmakta idi. Recruitment manevrasının kullanımı % 75.7 idi. Bu teknik, sıklıkla (% 55.4) hipoksi sırasında manuel inspiratuar basınç (% 71.6) kullanılarak uygulanmakta idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Genel olarak, bu çalışmanın sonuçları mevcut literatürle uyumludur. Bununla birlikte, intraoperatif mekanik ventilasyon ile ilgili bilgiler sınırlıdır ve daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: Most children under general anesthesia need mechanical ventilation (MV), but it has been reported in the literature that many parameters for this application are derived from adult patients. There is lack of literature about intraoperative MV for children. We conducted this survey to evaluate how intraoperative respiratory parameters based on MV were managed for newborns and children among Turkish anesthesiologists.
METHODS: A questionnaire containing 34 questions was sent to anesthesiologists. This survey collected information on clinical practice relative to MV modes, tidal volume, positive end-expiratory pressure (PEEP), fraction of inspired oxygen (fiO2), breath rate, the monitoring of peripheral oxygen saturation (SpO2) and end-tidal carbon dioxide (EtCO2) and recruitment maneuvers (RMs).
RESULTS: A total of 148 anesthesiologists and anesthesia assistants responded to this survey. Of these respondents, 77 % were working at a university hospital. More than 60 % of respondents were using volume-controlled modes for newborns and children. The most commonly used tidal volume and PEEP values were 6-8 mLkg-1 and 3-4 cmH2O, respectively. Monitorization, including SpO2 and EtCO2 was used by over 85 % of respondents, while 75.7 % used RMs, which were often (55.4 %) used during hypoxia with manual inspiratory pressure (71.6 %).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In general, the results of the present study were compatible with the existing literature. However, information on intraoperative MV is limited, and there is a need to study on this area further.

10.
Laparaskopik Kolesistektomi Sonrası Postoperatif Ağrıda Transversus Abdominis Alan Bloğu, Retrospektif Çalışma
Transversus Abdominis Plane (TAP) Block for Postoperative Analgesia After Laparascopic Cholecystectomy, a Retrospective Study
Ferda Yaman, Gökhan Karaca, Selim Çolak, Gökay Ateş, Faruk Pehlivanlı, Işın Gençay, Gülçin Aydın
doi: 10.5222/jarss.2019.83584  Sayfalar 285 - 290 (813 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Laparaskopik kolesistektomi, minimal invaziv cerrahi girişim olmasına rağmen postoperatif ilk 24 saat ağrı görülmektedir. Ultrasonografi eşliğinde transversus abdominis alan (TAP) bloğu, abdominal cerrahide postoperatif analjezi sağlayan rejyonel anestezi tekniğidir. Laparaskopik kolesistektomi nedeniyle opere edilen hastalarda, transversus abdominis alan bloğunun; taburculuk süresi, opioid ve opioid olmayan ilaçların tüketimi, bulantı, kusma, omuz ağrısı, vizüel analog ağrı skalasına (VAS) göre ağrı şiddetine etkilerini belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Laparaskopik kolesistektomi olan yetmiş iki hasta çalışmaya dahil edildi. Otuz sekiz hastaya ultrasonografi eşliğinde TAP blok uygulanmış olup otuz dört hastaya non steroid anti inflamatuvar ilaçlarla ağrı kontrolü sağlanmıştır. VAS skoru, omuz ağrısı, intraoperatif ve postoperatif opioid ve opioid olmayan ilaçların tüketimi, bulantı, kusma ve taburculuk süresi, TAP blok uygulanan ve uygulanmayan olmak üzere gruplar arası farklılıklar istatistiksel analiz ile araştırıldı.
BULGULAR: VAS skorları her iki grupta da genel olarak tüm zaman periyodlarında azalmıştır (anlamlı temel etki, F(7.760)=94.47, p<0.001). VAS ağrı skorları, TAP blok uygulanan grupta 24. saat hariç olmak üzere TAP uygulanmayan gruba göre anlamlı düşüktü. Omuz ağrısı, TAP blok uygulanan grupta anlamlı yüksek bulundu (p<0.001). İntraoperatif ve postoperatif opioid tüketimi, bulantı, kusma, taburculuk süresi kıyaslandığında anlamlı fark bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ultrasonografi eşliğinde TAP blok, abdominal ağrıya bağlı postoperatif ağrının azaltılmasında etkili bir rejyonel anestezi tekniğidir ancak omuz ağrısını azaltmamaktadır. Laparaskopik kolesistektomi sonrası multimodal ağrı yönetimi gerekmektedir.
INTRODUCTION: Laparascopic cholecystectomy is minimally invasive surgical procedure but it is still associated with postoperative pain in first 24 hours. Ultrasound guided transversus abdominis plane block is a regional anesthetic technique provides postoperative analgesia in abdominal surgery. We aimed to determine the effects of the TAP block on discharge time, non-opioid and opioid consumption, shoulder tip pain, incidence of postoperative nausea and vomit, severity of pain utilizing visual analogue scale in patients operated for laparascopic cholecystectomy
METHODS: Seventy two eligible patients operated for laparascopic cholecystectomy were included the study. Thirty eight patients were performed ultrasound-guided TAP block, thirty four patients were treated with conventional methods such as non-steroid anti-inflamatory drugs. Data such as VAS pain scores, shoulder tip pain, intraoperative opioid consumption, postoperative non-opioid and opioid consumption, nausea vomit, and discharge time collected retrospectively to determine statistically differences between TAP block and non-TAP block groups.
RESULTS: VAS pain scores were globally reduced at all time periods in two groups (significant group main effect, F(7,760)=94.47, P<0.001). VAS pain scores were significantly lower at all measurement intervals except 24h in the TAP group than in the non-TAP group. Shoulder pain was significantly higher in TAP block group than non-TAP block group (p < 0.001). Intraoperative opioid consumption, postoperative opioid consumption, discharge time, nausea and vomit, no statistically difference was found between the groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Ultrasound guided TAP block is an effective regional analgesic technique according to postoperative pain scores due to abdominal pain, however TAP block did not reduce shoulder tip pain. Multimodal pain management is required after laparascopic cholecystectomy

11.
Major Ortopedik Cerrahilerde Anesteziyolog ve Cerrahın Kan Kaybı Tahminlerindeki Hata Paylarının Karşılaştırılması: Klinik Gözlemsel Çalışma
Comparison of the Error Rates of an Anesthesiologist and Surgeon in Estimating Perioperative Blood Loss in Major Orthopedic Surgeries: Clinical Observational Study
Nureddin Yüzkat, Celaleddin Soyalp, Nurçin Gülhas
doi: 10.5222/jarss.2019.28290  Sayfalar 291 - 297 (930 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Anesteziyolog ve cerrah intraoperatif dönemde farklı gözlem açılarına sahip olduğundan, klinik gözleme dayalı tahminleri büyük değişkenlikler içermektedir. Bu tahminlerin gerçek kan kaybını ne kadar doğru yansıtabildiği halen tartışılan bir konudur. Bu çalışmada anesteziyolog ve cerrahın, perioperatif kan kaybı ve transfüzyon gerekliliği hakkındaki klinik gözlemlerinin, laboratuvar sonuçları ile karşılaştırılması amaçlandı.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Majör ortopedik cerrahi planlanan, 60 olgu çalışmaya dahil edildi. Aynı anestezi uzmanından ve aynı cerrahtan kan kaybı miktarını ve kan transfüzyonuna gerek duyulup duyulmadığını perioperatif dönemde tahmin etmeleri istendi. Perioperatif hemoglobin değerleri ve total kan hacmi kullanılarak kan kaybı eşzamanlı hesaplandı. Anesteziyolog ve cerrahın tahminleri ile laboratuvara göre hesaplanan kan kaybı istatistiksel olarak karşılaştırıldı.

BULGULAR: Anesteziyolog ve cerrahın perioperatif ortalama kan kaybı volümü tahminleri, laboratuvar sonuçlarına göre hesaplanan kan kaybı volümünden daha düşük bulundu (p=0.01). Hesaplanan kan kaybı 600 mL’den az olduğunda tahminlerin daha yüksek, 600 mL’den yüksek olduğunda ise tahminlerin daha 20 düşük olduğu saptandı (p=0.01). Bulgularımıza göre, perioperatif kan kaybı tahmininde yanılma oranı %28.72 olarak saptandı. Kan kaybı 1000 mL’den fazla olduğunda tahminde yanılma oranı %34.03; 1000 mL’den az olduğunda yanılma oranı %25.18 bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Majör ortopedik cerrahilerde kan kaybı 1000 ml’den fazla olduğunda tahminde 25 yanılma oranının arttığı, kan kaybını tahmin etmenin güçleştiği ve anesteziyoloğun cerrahtan daha iyi tahminde bulunduğu kanısındayız.
INTRODUCTION: Because the anesthesiologist and surgeon have different observation angles in the intraoperative period, their predictions based on clinical observation involve large variations. Whether these predictions accurately reflect actual blood loss is still a matter of debate. The aim of this study was 35 to compare the clinical observations of anesthesiologists and surgeons on perioperative blood loss and transfusion requirements with laboratory results.
METHODS: Sixty patients who underwent surgery for major orthopedic surgery were included in the study. Same anesthesiologist and same surgeon was asked to estimate the amount of blood loss during the perioperative period. Whether blood transfusion was needed or not, was asked. The amount of blood loss was calculated synchronous using the perioperative hemoglobin value and the total blood volume. The blood loss estimates of the anesthesiologist and the surgeon were compared, with blood loss calculated according to the laboratory results.
RESULTS: The anesthesiologist’s and the surgeon’s estimation of perioperative mean blood loss volume was found to be lower than the blood volume calculated according to laboratory results (p=0.01). The 45 blood loss up to 600 mL were overestimated, and were underestimated when blood loss was more than 600 mL (p=0.01). According to our findings, the rate of error in the perioperative blood loss estimate was 28.72%. When the blood loss was more than 1000 mL, the error rate of predictions was 34.03%; when the blood loss was less than 1000 mL, the error rate of predictions was 25.18%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We believe that when blood loss is more than 1000 ml in major 50 orthopedic surgeries, the error in the estimation is increased, the amount of blood loss is difficult to predict, and the anesthesiologist makes a better prediction than the surgeon.

12.
Femoral Boyun Kırığı Olan Hastalarda Pozisyon Ağrısı için İki Periferik Blok Yönteminin Karşılaştırılması
Comparison of Two Peripheral Block Methods For Position Pain in Femoral Neck Fractures
Hidayet Ünal, Semih Başkan, Fahri Acar, İsmail Aytaç
doi: 10.5222/jarss.2019.39306  Sayfalar 298 - 303 (1123 kere görüntülendi)
GİRİŞ ve AMAÇ: Kalça kırığı gibi ortopedik patolojiler yaşlı popülasyonda sıklıkla görülmektedir. Hasta
sayısındaki artış yüzünden, kalça kırığı nedeni ile tedavi gören hastalarda ağrı yönetimi daha
önemli hale gelmektedir. Biz bu çalışmada, spinal anestezi için verilen pozisyon sırasındaki ağrıyı
gidermek için kullanılan, 2 farklı periferik blok yöntemini, etkinlik ve hasta memnuniyeti açısından
karşılaştırdık
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız tek merkezli, prospektif, randomize, çift kör bir çalışma olarak planlandı. Her
biri 60 yaşın üstünde, American Society of Anesthesiologists (ASA) skalası 1-3 arası olan 59 hasta
çalışmaya dahil edildi. Hastalar, fasya ilyaka kompartman bloğu (FICB) (Grup 1) ve Femoral sinir
bloğu (FNB) (Grup 2) olarak iki gruba ayrıldı
BULGULAR: Tam duyusal blok gelişen hasta oranı FNB grubunda daha yüksekti (FNB’de %73.3,
FICB’de %44.8). Ancak tam blok gelişme sürelerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu.
(FICB grubunda 16.2±3.7 ve FNB’de 14.8±3.6). Çalışmamızda, her 2 grubun da vizüel analog skorunu (VAS) düşürmede etkili olduğunu bulduk (2 grupta da yaklaşık 5 puan düşüş mevcuttu).
Hasta memnuniyeti açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmasa da FNB grubunda diğer
gruba kıyasla daha yüksek memnuniyet oranı izlendi
TARTIŞMA ve SONUÇ: FNB de FICB gibi nöroaksiyel blok uygulamaları sırasında ortaya çıkan pozisyon ağrısını
gidermek için kullanılabilecek bir yöntemdi.
INTRODUCTION: Orthopedical pathologies such as hip fracture are more common among advanced
aged population. Pain management becomes more important in patients who are being treated
for hip fracture due to an increase in the number of patients. In this study, we compared two
peripheral nerve block methods that could be used to relieve positional pain in spinal anesthesia,
in terms of efficacy and patient satisfaction

METHODS: Our study was planned as a randomized, prospective, double-blind, single-centered trial.
A total of 59 patients aged over 60 years with an American Society of Anesthesiologists (ASA)
physical risk scale I-III were included in the study. Patients divided into two groups as Fascia iliaca
compartment block (FICB) (Group 1), and Femoral nerve block (FNB) (Group 2).
RESULTS: Complete sensory block developed in higher number of patients in the FNB group (73.3%
for FNB, 44.8% for FICB). However, there was no statistically significant difference in the time to
the development of complete block between groups (FICB, 16.2±3.7 and FNB, 14.8±3.6). In our
study, we found that both blocks were effective at lowering the visual analogue scale (VAS) scores
(5 points for both groups). Although there was no statistically significant difference, higher satisfaction level was observed in the FNB group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Just like FICB, FNB can be used to relieve pain during positioning of the patient in
neuraxial block applications

OLGU SUNUMU
13.
Tetraplejik-Ventilatör Bağımlı Hastada Trakeaözofageal Fistül Tanı ve Tedavisi, Olgu Sunumu
Diagnosis and Treatment of Tracheoesophageal Fistula in Tetraplegic-Ventilator Dependent Patient, Case Report
Fatma Ozkan Sipahioglu, Mehmet Murat Sayın
doi: 10.5222/jarss.2019.51523  Sayfalar 304 - 307 (893 kere görüntülendi)
Edinilmiş trakea-özofageal fistül (TÖF), yoğun bakım ünitelerinde unutulmaması gereken nadir bir
komplikasyondur. TÖF’ün benign nedenleri arasında en yaygın olanı kaf ilişkili trakeal tüp hasarıdır. Bu olgu sunumunda ventilatör bağımlı tetraplejik bir hastada gelişen TÖF tanı ve tedavisi
tartışılmaktadır.
Trafik kazası sonrası yüksek seviye servikal fraktür nedeniyle tetrapleji gelişmiş 45 yaşında hasta,
trakeotomi ile ventilatörde takip edildiği başka bir merkezden yoğun bakım ünitemize kabul edildi. Stabil seyreden hastanın trakeotomili 37. gününde genel durumunda ani bir bozulma görüldü.
Hastada yeterli havalanmaya rağmen, CO2
retansiyonu oldu. Abdominal distansiyon gelişti ve
nazogastrik sondada hava görüldü. Bilgisayarlı tomografide TÖF görüntülendi. Kesin tanı için
endoskopi yapıldı. Trakea duvarından özofagusa geçiş yapmış kaf balonu görüntülendi. Hastanın
akciğerini korumak amacıyla trakeotomi kanülü endotrakeal tüp ile değiştirildi ve balon fistülden
uzakta şişirildi. Primer onarım cerrahisi planlanan hasta yaklaşık 1 hafta sonra başarıyla opere
edildi. Postoperatif dönemde hastanın takibine ayarlanabilen trakeotomi kanülü ile devam edildi.
Hasta halen yoğun bakımımızda takip edilmektedir.
Trakeaözofageal fistül trakeotomi geç komplikasyonlarından biridir. Erken tanı hastayı olası fatal
pulmoner komplikasyonlardan korumak için önemlidir. Trakeal sekresyon artışı, gastrik içerik
aspirasyonu, havalandırma zorluğu, abdominal distansiyon veya nazogastrik sondaya hava dolması bizi TÖF açısından uyarmalıdır.
Trakeaözofageal fistül ventilatöre bağımlı hastalarda hemen fark edilemeyebilir. Özel durumlarda
ayarlanabilir trakeotomi kanülleri düşünülmelidir
Acquired tracheoesophageal fistula (TEF) is a rare complication that should not be forgotten in
intensive care units (ICUs). Cuff -related tracheal damage is the most common cause among the
benign causes of TEF. In this case presentation, the diagnosis and treatment of TEF in a mechanically ventilated tetraplegic patient are discussed.
A 45-year-old patient with tetraplegia due to high cervical fracture after a traffic accident was
admitted to our ICU from another center where he was followed up with tracheostomy and
mechanical ventilation. There was a sudden deterioration in patient’s general health condition
while he was stable on the 37th day of tracheostomy. Despite adequate ventilation, the patient
had CO2
retention. Abdominal distention developed and air was observed in nasogastric drainage
tube. Computerized tomography revealed a TEF. Endoscopy was performed for definitive diagnosis. Endotracheal tube cuff that entered into the esophagus was visualized. Tracheostomy cannula was replaced by an endotracheal tube and the balloon was inflated distally from the fistula.
The patient underwent a primary repair surgery successfully one week later. In the postoperative
period the patient was followed-up with an adjustable tracheostomy cannula. The patient is still
being followed up by us in our intensive care unit.
Tracheoesophageal fistula is one of the late complications of tracheostomy. Early diagnosis is
important to protect the patient from possible fatal pulmonary complications. Increased tracheal
secretions, aspiration of gastric contents, ventilation difficulties, abdominal distention or filling of
air into the nasogastric tube should alert us for TEF.
Tracheoesophageal fistula may not be recognized immediately in ventilator-dependent patients.
Adjustable tracheostomy tubes should be considered in special cases.

14.
Multiple Sklerozda Postdural Başağrısı; Şimdi ne yapacağız? Vaka Takdim
Postdural Puncture Headache in Multiple Sclerosis; What shall we do now?
Zuhal Çavuş, Nilufer Coskun
doi: 10.5222/jarss.2019.86580  Sayfalar 308 - 310 (924 kere görüntülendi)
Multipl sklerozlu hastalarda epidural kan yaması uygulamalarının oluşturduğu basınç değişikliklerinin akson iletimi üzerine olası etkileri önemlidir. Multiple sklerozlu hastalarda epidural kan
yamasının güvenliği ve etkinliğine dair kısıtlı sayıda olgu sunumu vardır. Biz burada, 26 yaşında
multiple sklerozlu kadın hastada postdural ponksiyon baş ağrısının başarılı tedavisini anlatmayı
amaçladık.
Potential effects of epidural pressure changes caused by epidural blood patch applications are
important due to their interference with axonal conduction in patients with multiple sclerosis.
There are limited number of case reports about safety and efficiency of epidural blood patch
applications in multiple sclerosis patients. Herein, we aimed to report a successful epidural blood
patch treatment in a 26-year-old female patient with multiple sclerosis.

15.
Omfalopagus Tip Yapışık İkizlerde Anestezi Yönetimi: Bir Olgu Sunumu
Anesthesia Management in Omphalopagus Type Conjoined Twins: A Case Report
Aydın Mermer, Yasin Tire, İbrahim Akkoyun
doi: 10.5222/jarss.2019.64936  Sayfalar 311 - 314 (1081 kere görüntülendi)
Yapışık ikiz olarak doğum 1/200.000 oranıyla nadir bir durumdur. Bu tip yapışık ikiz olgularından
biri de omfalopagus tipi yapışık ikizlerdir. Biz de 8 günlük ve ikizlerden birisinde VSD (Ventriküler
Septal Defekt) bulunan omfalopagus tipi yapışık ikizlerin anestezi yönetimini sunmayı amaçladık.
Birth as conjoined twins is a rare condition with a rate of 1/200.000. One of these conjoined twins
is omphalopagus type conjoined twins. We aimed to present anesthesia management of
omphalopagus type conjoined twins with VSD (Ventricular Septal Defect) in one of 8-day-old
twins.

EDITÖRE MEKTUP
16.
Editöre mektup: Ortalama Trombosit Hacmi Kalp Durması Sonrası Hedefe Yönelik Hipotermi Uygulanan Hastalarda Mortalite İçin Bir Belirteç Olmayabilir
Letter to the editor: Mean Platelet Volume May Not be a Predictive Marker for Mortality in Post Cardiac Arrest Patients Undergoing Targeted Temperature Management
Cengiz Beyan, Esin Beyan
doi: 10.5222/jarss.2019.87487  Sayfalar 315 - 316 (640 kere görüntülendi)
Makale Özeti |Tam Metin PDF

17.
Yazar İndeksi
Author Index

Sayfa 5000 (623 kere görüntülendi)
Makale Özeti |Tam Metin PDF