1. | Kapak Cover Sayfa I (699 kere görüntülendi) |
2. | İçindekiler Contents Sayfalar II - III (660 kere görüntülendi) |
DERLEME | |
3. | Erişkin Obez Hastalarda Rejyonal Anestezi Regional Anesthesia in Adult Patients with Obesity Emine Aysu Şalvızdoi: 10.5222/jarss.2020.65477 Sayfalar 219 - 230 (2129 kere görüntülendi) Obezite önemli halk sağlığı sorunlarından biridir ve anormal yağ birikimi olarak tarif edilmektedir. Kardiopulmoner fizyolojik değişiklikler ve çok sayıda yandaş hastalık (obstrüktif uyku apnesi, metabolik sendrom, koroner arter hastalığı…) ile ilişkilidir. Obez hastaların hem cerrahi ile anestezi yönetimleri zor hem de perioperatif morbidite ile mortalite oranları yüksektir. Anestezistler olarak bizler, bu hastalar ile zaman geçtikçe daha yüksek oranlarda karşılaşmaktayız. Uygun cerrahi tiplerinde, rejyonal anestezi tekniklerini genel anesteziye tercih ettiğimiz için hava yolu manipulasyonlarından, opioid tüketiminden ve cerrahiye bağlı stres yanıtlardan kaçınabilmekteyiz. Rejyonal anestezi teknikleri cazip seçeneklerdir; ancak onların da özellikle obezitesi olan hastalarda, özel ekipman ihtiyacı, zor pozisyonlama, zor anatomik işaret nokta palpasyonu, çok sayıda iğne/kateter yönlendirme ihtiyacı ve artmış oranda başarısız blok gibi kendilerine has problemleri mevcuttur. Ultrasonografi-rehberliği; anatomik yapıların görüntülenmesini, iğne giriş, yönlendirme, işlemsel travma, yan etki/komplikasyon oranlarının düşmesini ve blok başarısının artmasını sağlamaktadır. Bu derleme; obezite ilişkili yandaş hastalıklar, obez hastalarda nöroaksiyel, üst ekstremite, alt ekstremite, torasik ve abdominal blok teknik uygulamaları sırasında ortaya çıkan olası problemler, bu durumları yönetmede literatürde yer alan öneriler ve ultrasonografinin rolü üzerinde yoğunlaşmıştır. |
ÖZGÜN ARAŞTIRMA | |
4. | Çocuklarda Laringeal Maske Airway (LMA) Yerleştirilmesinin Doğrulanmasında Farklı Ultrasonografi Tekniklerinin Değerlendirilmesi The Evaluation of Different Ultrasonography Techniques for Confirmation of Laryngeal Mask Airway (LMA) Placement in Pediatric Patients Osman Mücahit Tosun, Alper Kilicaslan, Funda Gok, Sevgi Pekcan, Ruhiye Reislidoi: 10.5222/jarss.2020.88598 Sayfalar 231 - 238 (1298 kere görüntülendi) GİRİŞ ve AMAÇ: Çocuklarda, solunum yollarındaki anatomik farklılıklar nedeniyle laringeal maske (LMA) yanlış yerleştirme ihtimali daha yüksektir. Amacımız, çocuk hastalarda LMA yerini belirlemek için, farklı ultrasonografi (USG) tekniklerinin etkinliğini değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Yerel etik kurul onayı ve ebeveynlerden yazılı bilgilendirilmiş onam alındıktan sonra bu prospektif, gözlemsel çalışmaya 50 çocuk (1-12 yaş) hasta dahil edildi. Yerel etik kurul onayı ve ebeveynlerden yazılı bilgilendirilmiş onam alındıktan sonra bu prospektif, gözlemsel çalışmaya 50 çocuk (1-12 yaş) hasta dahil edildi. Anestezi indüksiyonundan sonra, LMA pozisyonu klinik testler ve gerçek zamanlı üst havayolu USG ile üç düzlemde (dil tabanı, larinks ve özofagusun üst ucu seviyesinde) değerlendirildi. Dil tabanı ve aritenoid kıkırdaklardaki kaf gölgelerinin simetrisi USG (aritenoid derecesi) ile değerlendirildi. Özefagusta kaf ucunun varlığı ve kafın şekli (düzgün veya bozuk) kaydedildi. LMA pozisyonu fiberoptik bronkoskopi (FOB) ile doğrulandı (FOB derecesi). FOB ve sonografik parametreler arasındaki ilişki için Spearman korelasyon ve Fisher’s exact testleri kullanıldı. BULGULAR: İlk denemede klinik testler yoluyla doğru LMA yerleştirme oranının % 82 olduğu belirlenmiştir. Hastaların % 74’ünde FOB ile glottik açıklık görüntülenebildi. FOB görüntü derecesi ile dil tabanında kaf gölgelerinin asimetri varlığı arasında istatistiksel ilişki olduğu saptandı (Fisher’s exact test, p<0.001). FOB görüntü derecesi ile USG aritenoid derecesi arasındaki korelasyon istatistiksel olarak anlamlıydı (r=0.672, p<0.001). TARTIŞMA ve SONUÇ: İnvaziv olmayan, hızlı, güvenilir bir yöntem olan USG ile ventilasyon kesilmesine gerek duyulmadan LMA yerleştirilmesini doğrulamak ve yeniden konumlandırmak mümkün olabilir. LMA yerleştirilmesini doğrulamada farklı USG tekniklerini karşılaştırmak için daha ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç vardır. |
5. | Covid-19 Pandemisi Sürecinde Anesteziyoloji Doktorlarının Kişisel Koruyucu Ekipman Kullanımı ile İlgili Durum ve Yaklaşımları Anesthesiologists’ Attitude and Approach Regarding Personal Usage of Protective Equipment During the Covid-19 Pandemic Ilkay Barandoi: 10.5222/jarss.2020.87699 Sayfalar 239 - 246 (1378 kere görüntülendi) GİRİŞ ve AMAÇ: Yeni Corona virus hastalığı (Covid-19) pandemisi sırasında anesteziyoloji hekimlerinin yoğun bakım ve/veya ameliyathanede kişisel koruyucu ekipman (KKE) kullanımı ile ilgili durum ve yaklaşımlarını değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Etik kurul onamı alındıktan sonra, 205 anesteziyolog sosyal medya araçları ve elektronik posta yoluyla araştırmaya katılmaya davet edildi, katılımcıların anket sorularına verdiği yanıtlar analiz edildi. BULGULAR: Katılımcıların uzman doktor ve araştırma görevlisi oranı %51.2 (n=105) ve %32.7 (n=67)’dir. Katılımcıların hastane dağılımı %59 (n=121) eğitim araştırma; %15.1 (n=31) devlet; %21 (n=43) üniversite; %4.9 (n=10) özel hastane idi. Katılımcı anesteziyologlardan 10’nunun (%4.9) Covid-19 enfeksiyonu geçirdiği saptandı. Koruyucu ekipmana erişim oranı, cerrahi maske gibi günlük kullanımı yaygın olan malzemeler için %83 iken respiratör maske, siperlik ve gözlük gibi malzemeleri katılımcıların kendi imkanlarıyla temin ettiği saptandı. Anesteziyologların KKE kullanımı ile ilgili kendilerini güvende hissetme oranlarının pandeminin başlangıcına göre zamanla arttığı saptandı [medyan 5 (1-10); medyan 7 (1-10), p˂0.001]. Kişisel koruyucu ekipmanları doğru sıralama ile giyme ve çıkarma oranının sırasıyla %12.7 (n=26) ve %18.5 (n=38) olduğu görüldü. Doğru giyme oranı demografik verilerle ilişkilendirildiğinde uzman hekimlerde, meslek deneyimi 16-20 yıl olan grupta, eğitim araştırma hastanesinde çalışanlarda daha yüksek olduğu görüldü [%19 (n=20); %40 (n=8); % 17.4 (n=21) ve p=0.020; p=0.020; p=0.001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Covid-19 pandemi sürecinde anesteziyologlar KKE erişiminde sorun yaşamıştır ve KKE kullanımı ile ilgili bilgi eksiklikleri vardır. Araştırmamızın sonuçlarına göre anesteziyologlar için KKE’lara erişiminin sağlanması ve ekipmanların doğru kullanımı ile ilgili eğitici faaliyetler yönünde yeni planlama ve yöntem geliştirme gereksinimi vardır. |
6. | Postdural Delinme Baş Ağrısında Teofilin Etkinliğinin Değerlendirilmesi Evaluation of Theophylline Efficiency in Post-Dural Puncture Headache Hüseyin Utku Yıldırım, Mesut Bakir, Sebnem Rumeli Aticidoi: 10.5222/jarss.2020.74436 Sayfalar 247 - 254 (2298 kere görüntülendi) GİRİŞ ve AMAÇ: Klinik çalışmalarda, intravenöz teofilinin post-dural delinme baş ağrısı (PDBA) tedavisinde etkili olduğu bildirilmiştir, fakat bazı klinisyenlere göre çalışmalardaki hasta sayılarının az olması nedeniyle bu durum net değildir. Teofilinin etkinliği ve güvenliği kanıtlandığında, bu tedavi PDBA tedavisinde bir ara adım olarak kullanılabilir. Çalışmamızda, intravenöz (IV) teofilin uygulamasının PDBA üzerine etkinliğini ve güvenilirliğini değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: “Post-Dural Delinme Baş Ağrısı Algoritması” na göre intravenöz teofilin uygulanan 65 PDBA hastası retrospektif olarak değerlendirildi Birincil ve ikincil sonlanım noktaları sırasıyla baş ağrısının derecesi ve hastanın tedaviye yanıtıydı. Tedavi güvenilirliği yan etki oluşumuna göre değerlendirildi. BULGULAR: İlk teofilin uygulanması öncesi Görsel Analog Skala (VAS) skoru 6.0 ± 1.6 idi. Tedaviden bir saat sonra VAS skorları 1.8 ± 1.4 idi. Teofilin infüzyonu sonrası hastaların ortalama VAS skorları öncekine göre anlamlı olarak azaldı (p = 0.001). Teofilin nedeniyle hemodinamik değişiklikler istatistiksel olarak anlamlı değildi (p> 0.05). Hasta kayıtlarında teofilinle ilişkili yan etki bildirimi yoktu. TARTIŞMA ve SONUÇ: İntravenöz teofilin uygulaması PDBA tedavisinde etkili ve güvenli bir yöntemdir. İntravenöz teofilin tedavisi, PDBA'nın basamak tedavisinde konservatif tedavi ve invaziv girişimsel tedavi arasında bir yer bulabilir. |
7. | Anestezi Teknisyenlerinin/Teknikerlerinin Koronavirüs (COVID-19) Pozitif ya da Şüpheli Hastalarda Entübasyon ile İlgili Bilgi Düzeyleri The Knowledge Levels and Attitudes of Anesthesia Technicians About Intubation of Patients with Positive or Suspected Coronavirus (COVID-19) Derya Karasu, Şermin Eminoğlu, Seyda Efsun Ozgunay, Mehmet Gamlıdoi: 10.5222/jarss.2020.86547 Sayfalar 255 - 260 (1974 kere görüntülendi) GİRİŞ ve AMAÇ: Mart 2020’de pandemi olarak ilan edilen COVID-19 enfeksiyonunda hava yolu yönetimi çok önemlidir ve yoğun temaslı işlemler arasındadır. Bu çalışmada amacımız; hazırladığımız anket soruları ile anestezi teknisyen/teknikerlerinin COVID-19 hastalarında endotrakeal entübasyonla ilgili bilgi düzeyleri ve tutumlarını belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya katılmayı kabul eden anestezi teknisyen/teknikerlerinden COVID-19 hastalarında hava yolu yönetimi hakkında bilgi düzeylerini ölçen online bir anket formunu doldurmaları istendi. BULGULAR: 341 katılımcının verilerine istatistiksel analiz yapıldı. Katılımcıların yaş ortalaması 33.07±8.43 yıl idi. 0-5 yıl arasında çalışma deneyimi olanlar (%27.3) ve devlet hastanesinde (%43.1) çalışanlar çoğunluktaydı. Katılımcıların çoğunluğunun entübasyon ve ekstübasyon ile ilgili bilgi sorularına doğru cevap verdiği görüldü. Anket sayesinde farkındalıkları artan katılımcı oranı %58.1 idi. Katılımcılar en çok bulaş riskinden endişelendiğini bildirdi. TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 pozitif ya da şüpheli durumlarda endotrakeal entübasyonda dikkat edilecek noktaların katılımcıların çoğunluğu tarafından doğru bilindiğini ve bu konudaki farkındalıklarının yüksek olduğunu saptadık. |
8. | Kardiyak Cerrahide Santral Venöz Laktat Ölçümü Arteryel Laktat Ölçümünün Yerini Tutabilir mi? Does Central Venous Lactate Measurement Replace Arterial Lactate Measurement in Cardiac Surgery? Büşra Tezcan, İbrahim Mungan, Alev Şaylan, Derya Ademoğlu, Sema Sarı, Çilem Bayındır Dicle, Bahadır Aytekin, Ayşegül Özgök, Hija Yazıcıoğludoi: 10.5222/jarss.2020.80299 Sayfalar 261 - 266 (970 kere görüntülendi) GİRİŞ ve AMAÇ: Doku perfüzyonunun yeterliliği için önemli bilgi veren laktat düzeyleri, genellikle kan gazlarıyla birlikte kan gazı cihazları tarafından ölçülür. Her ne kadar arteriyel kan, laktat ölçümü için “altın standart” olsa da, arteryel ve venöz laktat ölçümlerinin birbirinin yerine kullanılabilmesi, venöz kan gazı değerlendirmesinin tercih edildiği durumlarda, sık kan örneklemesinin neden olabileceği artmış maliyet ve iatrojenik anemiye engel olabilir. Bu çalışmada amacımız; on-pump kardiyak cerrahide arteryel (AL) ve santral venöz laktat (CVL) değerleri arasındaki korelasyon ve uyumu incelemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Anestezik yönetim dahilinde, T1: anestezi indüksiyonu sonrası, T2: kros klemp sırasında ve T3: cilt kapatılırken olmak üzere üç aşamada eşzamanlı olarak arteryel ve venöz kan örnekleri olan yetişkin hastalar, bu retrospektif gözlemsel çalışmaya dahil edildi. CVL ve AL konsantrasyonları, T1, T2 ve T3 aşamalarındaki kan gazı analizinden elde edildi. Spearman Rho and Bland-Altman Testleri, AL ve CVL arasındaki sırasıyla korelasyon ve uyumu değerlendirmek için kullanıldı. BULGULAR: Toplamda 122 uygun hastadan 366 çift kan örneği elde edildi. 95% güven aralıkları sırasıyla; T1’de -0.07 ve -0.00, T2’de 0.30 ve -0.10 ve T3’de -0.16 ve -0.03’tü. 95% CI ise T1’de 0.86 ve 0.93 (r=0.90 ve p<0.0001); T2’de 0.95 ve 0.97 (r=0.96 ve p<0.0001) ve T3’de 0.92 to 0.96 (r=0.94 and p<.0001) olarak saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Her ne kadar laktat ölçümünün arteryel kandan örneklenmesi “altın standart” olarak kabul edilse de, on-pump kalp cerrahisi hastalarında santral venöz kandan örnekleme de kabul edilebilir bir alternatif olabilir. |
9. | The Effect of Intravenous Dexamethasone on Prolonging Analgesia After Supraclavicular Brachial Plexus Block: A Randomised Controlled Study Surendhar Saba, Anju Romina Bhalotradoi: 10.5222/jarss.2020.37450 Sayfalar 267 - 274 (1186 kere görüntülendi) |
10. | Acil Sezaryenlarda Anestezi Deneyimlerimiz Our Experiences of Anesthesia in Emergency Cesareans Ümran Karaca, Şeyda Efsun Özgunay, Filiz Ata, Nermin Kılıçarslan, Canan Yilmaz, Derya Karasudoi: 10.5222/jarss.2020.92300 Sayfalar 275 - 280 (1479 kere görüntülendi) GİRİŞ ve AMAÇ: Sezaryenlerde acil kadın hastalıkları ve doğum ameliyatlarının çoğunluğunu oluşturmaktadır. Çalışmamızda hastanemizde acil sezaryen uygulanan hastaları; retrospektif inceleyip, anestezi yöntemlerinin ve sonuçlarını tartışmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2015-Aralık 2017 tarihleri arasında acil sezaryen olan hastalar retrospektif incelendi. Demografik verileri, sezaryen endikasyonu, ek hastalıklar, anestezi yöntemleri, anne ve bebek komplikasyonları, yenidoğan 1.dk ve 5.dk Apgar skorları, incelendi. Sezaryende kullanılan anestezi yöntemine göre genel anestezi ve rejyonal anestezi olarak hastalar gruplandırıldı. BULGULAR: Toplam 4874 hasta değerlendirildi. Gruplar arasında yaş ortalaması rejyonal anestezi uygulanan hastalarda daha fazla görüldü. Genel anestezi uygulanan hastalarda ASA yüksekti (p<0.001). Rejyonal anestezi ve genel anestezi uygulama oranımızı %78.5 ve %21.5 bulundu. Uygulanan anestezi yöntemi en fazla spinal anestezi oldu (%76.2). Acil sezaryen endikasyonlarını en fazla eski sezaryen (%33.9) ve fetal distres (%30.1) oluşturdu. Apgar skorları 1. ve 5. dk. rejyonal anestezi grubunda yüksek bulundu (p<0.05). Bebek komplikasyonlarından en fazla mekonyum aspirasyonu %1.9 gözlendi, %0.7 bebek eksitus oldu. Göçmen hastalara %76.8 rejyonal, %23.2 genel anestezi yapıldı. Yıllara göre hasta sayısındaki hızlı artışla beraber rejyonal anestezi uygulamasının arttığı gözlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Kolay uygulanabilir etkin bir anestezi-analjezi, Apgar skorlarında üstünlük sağlaması nedeniyle regional anestezi acil sezaryen uygulanan hastalarda giderek artacağını düşünmekteyiz. |
11. | Attenuation of Hemodynamic Response to Tracheal Intubation with Pregabalin and Dexmedetomidine - A Prospective Randomized Double Blinded Study Kamalakkannan Ganapathy Sambandam, Dhayanethi Chandrasekran, Ramkumar Dhanasekaran, Senthilkumar Sukumar, Ranjith Karthekeyan Baskar, Venkata Rajeshkumar Kodalidoi: 10.5222/jarss.2020.05706 Sayfalar 281 - 286 (1062 kere görüntülendi) |
12. | Preoperatif Uzun QT Saptanan Hastaların Demografik ve Klinik Özelliklerinin Retrospektif Değerlendirilmesi Retrospective Evaluation of Demographic and Clinical Features of Patients with Preoperative Long QT Syndrome Cihan Ilyas Sevgican, Gokay Nardoi: 10.5222/jarss.2020.04909 Sayfalar 287 - 292 (1226 kere görüntülendi) GİRİŞ ve AMAÇ: Uzun QT sendromu (LQTS) elektrokardiyogramda (EKG) QT intervalinin uzaması ve T dalga anormallikleri ile prezente olup ventriküler aritmi ataklarına sebep olabilen, nadir görülen ancak mortal seyredebilen sendromdur. Bu hastaların anestezi indüksiyonunda ve idamesinde aritmik komplikasyonların önlenmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak rutin preoperatif değerlendirmede uzun QT sendromu olan hastaları sıklıkla gözden kaçabilmektedir. Bu çalışmamızda pre-operatif çekilen EKG’ lerde LQTS sıklığını, hastaların demografik özelliklerini ve kardiyoloji konsültasyonları istenme nedenlerini değerlendirdik. YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Mart 2019-1 Mart 2020 tarihleri arasında hastanemizde elektif operasyon planlanan hastaların pre-operatif EKG’leri retrospektif olarak analiz edildi. QTc süresi kadınlarda ≥480 ms erkeklerde ≥460 ms olan hastalar LQTS olarak tanımlandı. Bu hastaların protokol numaraları üzerinden pre-operatif poliklinik notları ve kardiyoloji konsültasyon notları değerlendirildi. Hastaların demografik ve klinik özellikleri analiz edildi. BULGULAR: Pre-operatif dönemde çekilen EKG’lerden toplamda 13 kadın 32 erkek olmak üzere 45 hastada LQTS saptandı. Çalışmaya alınan hastalardan sadece n=25 (%55.6) hastaya kardiyoloji konsültasyonu istendiği saptandı. Kardiyoloji konsültasyonu istenme sebepleri incelendiğinde konsültasyon istenme sebebinin en sık antiagregan tedavi düzenlenmesi ve ileri yaş nedeniyle edinsel kalp hastalıkları açısından tetkik edilmesi için (n=7, %28 ve n=6, %24) olduğu görüldü. Hiçbir hastaya LQTS nedeni ile kardiyoloji konsültasyonu istenmediği görüldü. TARTIŞMA ve SONUÇ: Yapılan analizde LQTS saptanan hastalarda kardiyoloji konsültasyonu istenme oranının göreceli düşük olduğu, genelde kardiyoloji kliniği tarafından takipli, antiagregan-antikoagulan tedavi altında olan, ileri yaşta, efor kapasitesi düşük hastalardan konsültasyon istendiği saptandı. LQTS özellikle dikkat edilmediğinde gözden kaçabilecek bir durum olması nedeniyle bu konuda dikkatin artırılmasına ihtiyaç vardır. |
13. | Yoğun Bakımda Sedasyon Amaçlı Kullanılan İlaçların Biyokimyasal Markerlara Olan İnterferans Etkisinin Deneysel Araştırılması Experimental Investigation of the Interference Effect of Drugs Used in Intensive Care for Sedation on Biochemical Markers Evren Büyükfırat, Ataman Gonel, Mahmut Alp Karahan, Nuray Altay, Mehmet Kenan Erol, Başak Pehlivan, Ahmet Atlasdoi: 10.5222/jarss.2020.37232 Sayfalar 293 - 298 (5217 kere görüntülendi) GİRİŞ ve AMAÇ: İlaç interferansı nedeniyle laboratuvar testlerinde yanlış sonuçlar alınabilmektedir. Bu çalışmanın amacı yoğun bakımda sedasyon amacıyla kullanılan ketamin, tiyopental, propofol, midazolam ve deksmedetomidinin immünassay ve spektrofotometrik yöntemlerle ölçülen rutin biyokimyasal testler üzerindeki interferans etkilerinin araştırılmasıdır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 180 μL kontrol solüsyonu üzerine 20 μL 5 farklı ilaç solüsyonundan eklenip 5 saniye vorteksle karıştırıldı. Karışımdan spektrofotometrik ve immünassay metotlarla biyokimyasal testler ölçüldü. Her ölçüm 5 farklı ilaç için ayrı ayrı yapıldı. Kontrol materyaline 20 μL distile su eklenerek 3 tekrarlı çalışma gerçekleştirildi. Ortalama değerleri alındı ve ortalama değer hedef değer olarak kabul edilerek % sapma ile sapma miktarları tespit edildi. BULGULAR: Tüm ilaçların uygulanmasından sonra, kreatin kinaz MB (CK-MB) testinde %13.51 ile %30.81 arasında negatif interferans, troponin I testinde propofol, tiyopental ve deksmedetomidinde %11.67 ile %68.33 arasında pozitif interferans meydana gelmiştir. N-terminal pro Brain Natriuretic Peptid (NT-proBNP) testinde propofol, ketamin, midazolam ve deksmedetomidinde %16.42 ile %37.20 arasında pozitif interferans, tiyopental ile de %85.27 negatif interferans gelişmiştir. Serbest tiroiodotironin (FT3), serbest tiroksin (FT4), tiroid stimülan hormon (TSH) testlerinde en yüksek interferans tiyopentalde görülürken, en düşük interferans deksmedetomidinde saptandı. C reaktif protein (CRP) testinde en yüksek negatif interferans tiyopentalde (%96.43) en düşük negatif interferans (%10.71) deksmedetomidinde saptandı. Spektrofotometrik testlerde ise interferans daha az oranda görülürken en sık sodyum ve klor testlerinde saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sedasyon amacıyla kullanılan ilaçlar analitik fazda immünassay testlerde önemli oranda interferans oluşturmuştur. Spektrofotometrik yöntemin kullanıldığı biyokimyasal markerlarda daha az oranda sapma tespit edilmiştir. Test sonuçlarındaki değişim hastalıkların dışında ilaç kullanımına bağlı hatalı ölçümün neticesi olabilir. Klinisyenler şüpheli test sonuçlarında ilaç kit interaksiyonuna bağlı hatalı ölçüm ihtimalini değerlendirmelidir. |
14. | SARS-CoV-2 ile Enfekte Kritik Hastaların Metabolik Asit Baz Bozukluklarının Değerlendirmesinde Baz Fazlalığı Yaklaşımı ile Stewart'ın Fizikokimyasal Yönteminin Karşılaştırması Comparison of Base Excess Approach Versus Stewart’s Physicochemical Method for the Evaluation of Metabolic Acid-Base Disturbances in Critically ill Patients Infected with SARS-CoV-2 Serkan Şenkal, Umut Kara, İlker Özdemirkan, Fatih Şimşek, Sami Eksert, Nesibe Daşdan, Serdar Yamanyar, Emel Uyar, Ümit Savasçı, Gürhan Taşkın, Deniz Doğan, Ahmet Coşardoi: 10.5222/jarss.2020.30633 Sayfalar 299 - 306 (1276 kere görüntülendi) GİRİŞ ve AMAÇ: SARS-CoV-2 virüsü ile enfekte kritik hastalarda kompleks metabolik asit-baz bozuklukları görülebilir. Arteryel kan gazı (AKG) analizinde baz fazlalığı (BF) yaklaşımı ile, etiyolojik nedenler yeteri kadar ortaya konamayabilir. Stewart fizikokimyasal yaklaşımı ile AKG analizinde etiyolojik nedenler daha net ortaya konabilir. Bu çalışmanın amacı, SARS-CoV-2 ile enfekte kritik hastaların metabolik asit-baz bozukluklarının değerlendirmesinde BF yaklaşımı ile fizikokimyasal yaklaşımı karşılaştırmaktır YÖNTEM ve GEREÇLER: Mart 2020-Mayıs 2020 tarihleri arasında SARS-CoV-2 ile enfekte olup erişkin yoğun bakım ünitelerinde yatan toplam 113 hastanın (71 erkek, 42 kadın) yoğun bakıma girişlerindeki AKG sonuçları retrospektif olarak incelendi. Hastalar BE yaklaşımına göre gruplara ayrıldı ve bu gruplar fizikokimyasal içeriklerine göre incelendi. AKG ve bazı elektrolit değerleri gruplar arasında karşılaştırıldı. BULGULAR: Stewart yöntemine göre en sık görülen asidotik komponentler, BF’ye göre metabolik asidozda olan hastalarda: hiperfosfatemi (%84.9) ve düşük güçlü iyon farkı (SID) asidozu (%62.2) idi. BE normal olan hastalarda: düşük SID asidoz (%50) ve hiperfosfatemi (%30.9); BF’ye göre metabolik alkalozu olan hastalarda hiperfosfatemi (%77.7) idi. BE değerine göre metabolik asidozda olan hastalarda, Stewart alkaloz komponentlerinden, %71.6’sında hipoalbuminemi, %24.5’de ise yüksek SID alkaloz olduğu görüldü. BE değerine göre metabolik alkalozda olan hastalarda, Stewart asidoz komponentlerinden: %11.1’inde güçlü iyon açığı (SIG) asidozu ve %11.1’inde düşük SID asidozu olduğu görüldü. TARTIŞMA ve SONUÇ: SARS-CoV-2 virüsü ile enfekte kritik hastaların metabolik asit baz bozukluklarının değerlendirmesinde fizikokimyasal yaklaşım, etiyolojik olarak daha ayrıntılı bilgi verebilir ve bu yaklaşım ile buzdağının görünmeyen kısmı görünür hale gelebilir. |
OLGU SUNUMU | |
15. | Aspirasyon Riskli Olguda Gastrik İçeriği Tahmin Etmede Ultrasonografinin Yeri The Role of Ultrasonography to Estimate Gastric Content in a Case with Aspiration Risk Muhammet Ahmet Karakaya, Emrah Alper, Seçil Çetin, Kamil Darçın, Özlem Özkalaycı, Yavuz Gürkandoi: 10.5222/jarss.2020.51423 Sayfalar 307 - 309 (1082 kere görüntülendi) Bu olgu sunumunda perkütan endoskopik gastrostomi değişimi için başvuran mental motor retarde hastanın işlem öncesi mide doluluğunu saptamadaki ultrasonografi deneyimimizi sunmayı amaçladık. Ultrasonografi probu ile sagittal planda, subkostal bölgede midenin antrumu görüntülendi. Ön-arka ve sağ-sol yan çapı ölçüldü. Bu ölçümlerden önce antrum yüzey kesit alanı ve sonrasında mide hacmi hesaplanarak gastrik volüm ölçüldü. Aspirasyon riskli olgularda mide hacmini değerlendirmede ultrasonografi iyi bir alternatif yaklaşım olarak akılda tutulmalıdır. |
16. | Sugammadex Uygulaması Sonrası Anafilaktik Şok Olgusu Anaphylactic Shock Case After Sugammadex Application Ökkeş Hakan Miniksar, Ramazan Kırtekedoi: 10.5222/jarss.2020.02411 Sayfalar 310 - 313 (823 kere görüntülendi) Sugammadeks, roküronyum gibi steroid yapılı nondepolarizan nöromüsküler ajanları (NMBAs) selektif olarak enkapsüle eden, sentetik gamma-siklodekstrin yapısında bir ajandır. Bu olgu sunumunun amacı, nöromüsküler blokajın geri döndürülmesi sırasında sugammadekse bağlı olduğu düşünülen, hayatı tehdit eden anaflaktik şok tablosunu sunmaktır. Hasta 10 yıl öncesine ait genel anestezi altında komplikasyonsuz inguinal herni onarımı öyküsü olan ve ek hastalığı olmayan 59 yaşında erkek idi. Girişimsel radyoloji kliniği tarafından genel anestezi altında serebral anevrizmanın endovasküler koil embolizasyonu planlandı. Operasyon esnasında cerrahi veya anesteziye bağlı herhangi bir komplikasyon gözlemlenmedi. Operasyon sonunda hastaya intravenöz (IV) 200 mg sugammadeks enjeksiyonuna uygulandı. Ekstübasyondan yaklaşık 2 dakika sonra hastada sugammadekse bağlı olduğu düşünülen anaflaktik reaksiyon gelişti. Efedrin, adrenalin ve metilprednizolon uygulanan hastanın semptomları geriledi. Sugammadeks uygulanmasından sonra hayatı tehdit eden anaflaktik reaksiyonların gelişebileceğinin farkında olmalıyız. |
17. | Yabani Meyve Yeme Sonrası Gelişen Antikolinerjik Toksik Sendrom Anticholinergic Toxic Syndrome After Wild Fruit Eating Sezen Kumaş Solakdoi: 10.5222/jarss.2020.99705 Sayfalar 314 - 317 (1462 kere görüntülendi) Atropa Belladonna, bitkisinin meyve ya da yapraklarının kontrolsüz alınmasıyla antikolinerjik sendrom ortaya çıkabilir. Santral ve periferik sinir sistemindeki etkilerine bitkinin içerdiği alkaloidlerden L-atropine, DL-hyoscyamine ve hyoscine neden olur. Santral sinir sistemine etkileri doz bağımlıdır. Ajitasyon, ataksi, deliryum, görsel ve işitsel halüsinasyonlar, yakın bellek kaybı, solunum yetmezliği ve kardiyovasküler sistemin depresyonu, konvülziyon, koma olarak gözlenirken, periferik sinir sistemine etkileri ise; dilate pupil, akomodasyon felci, mukazalarda ve ciltte kuruluk, ateş, taşikardi, ileus ve idrar retansiyonu şeklinde, nöromusküler aşırı hiperaktivite bulguları ise hipertermi rabdomyoliz olarak karşımıza çıkar. Bu yazıda Ordu ili Çambaşı yaylasında yaban mersini zannettikleri orman meyvesinden çok miktarda yedikleri ve yaklaşık 3-5 saat sonra bilinç bulanıklığı, anlamsız sözlerle ölmüş yakınlarıyla konuşma, huzursuzluk, saldırganlık, yerinde duramama halinin başladığı ve çarpıntı, baş ağrısı, yüzde kızarma, idrar yapamama şikayetleriyle acil servise yakınları tarafından getirilen aynı aileden ikisi erkek,üçü kadın olmak üzere beş olguyu literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık. |
18. | Yazar İndeksi Author Index Sayfalar 5000 - E1 (659 kere görüntülendi) Makale Özeti | |