1. | Kapak Cover Sayfa I (200 kere görüntülendi) |
2. | Danışma Kurulu Advisory Board Sayfalar II - IV (170 kere görüntülendi) |
3. | İçindekiler Contents Sayfa V (110 kere görüntülendi) |
DERLEME | |
4. | Kraniyotomi Geçirecek Hastaların Preoperatif Anestezi Hazırlığında Hiponatremi Ayırıcı Tanısında Reset Osmostat Sendromu Reset Osmostat Syndrome in the Differential Diagnosis of Hyponatremia in Preoperative Anesthetic Evaluation of Patients Undergoing Craniotomy Büşra Nizam, Ezgi Aytaç, Hatice Türedoi: 10.54875/jarss.2024.26023 Sayfalar 135 - 139 (129 kere görüntülendi) Kraniyotomi öncesi anestezi hasta hazırlığında, hiponatremi sıklıkla karşılaşılan bir elektrolit bozukluğu olup, morbidite ve mortalite ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle hiponatremi tanısının hızlı ve doğru şekilde konulması ve etkin tedavisi büyük önem arz etmektedir. İntrakraniyal patolojisi olan hastalarda hiponatremi nedenlerinden biri olan reset osmostat sendromunun tanısı, genellikle asemptomatik seyrettiğinden dolayı güç olabilir. Bu sendromda temel fizyopatoloji; intrakraniyal kitle, yaşlılık, malignite, gibi nedenlerle antidiüretik hormon salınımının uyarıldığı fizyolojik aralığın ayar noktasının değişmiş olmasıdır. Tedavi temel olarak; altta yatan bozukluğun ortadan kaldırılmasıdır. Ancak, intrakraniyal patolojisi olan hastalarda tanının doğru konulması, çok farklı hiponatremi tedavilerinin arasından en doğru stratejinin seçilmesi açısından kritik önem taşır. Hyponatremia is a frequently encountered electrolyte disorder in preoperative patient preparation before craniotomy and is directly related to morbidity and mortality. Therefore, rapid and accurate diagnosis and effective treatment of hyponatremia is of great importance. The diagnosis of reset osmostat syndrome, which is one of the causes of hyponatremia in patients with intracranial pathology, may be challenging due to the asymptomatic nature of the syndrome. The underlying pathophysiology of this syndrome is that the set point of the physiological range in which antidiuretic hormone release is stimulated is altered due to pathologies such as intracranial mass, old age and malignancy. Treatment is primarily focused on eliminating the underlying disorder. Accurate diagnosis in patients with intracranial pathology is essential for selecting the most appropriate hyponatremia treatment strategy. |
ÖZGÜN ARAŞTIRMA | |
5. | Supraglottik Hava Yolu Aracını Çıkarma Zamanlamasında Konvansiyonel ve Ultrasonografik Yöntemlerin Karşılaştırılması Comparison of Conventional and Ultrasonographic Methods in the Timing of Supraglottic Airway Device Removal A. Hilmi Günüç, Aysel Mercan, Atilla Eroldoi: 10.54875/jarss.2024.85579 Sayfalar 140 - 146 (126 kere görüntülendi) Amaç: Anestezi pratiğinde yaygın olarak kullanılan supraglottik hava yolu aracı (SGHA) güvenli bir yöntemdir. Supraglottik Hava Yolu Aracının çıkarılma zamanlaması ise hâlâ tartışmalıdır. Bu çalışmada, genel anestezi altında SGHA yerleştirilmiş hastaların, çıkarılma zamanlamasına karar vermede konvansiyonel yöntemler ile ultrasonografik yöntemlerin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde genel anestezi altında opere edilen ve SGHA yerleştirilen yüz hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Uyandırma sürecinde hastalar iki gruba ayrılmıştır: konvansiyonel grup ve ultrasonografi (USG) grubu. Ultrasonografi grubunda, diyafram kalınlıkları preoperatif dönemde ve intraoperatif SGHA çıkarma öncesi yapılan ölçümlerle kayıt altına alınmıştır. Ultrasonografi ile yapılan diyafram ölçümünde diyafram kalınlaşma oranı (Δtdi) %20 ve üzeri olanlarda SGHA çıkarılmıştır. Konvansiyonel grupta ise göz açma, emirlere uyma, spontan veya komutla >4 mL kg⁻¹ tidal volüm oluşturan soluk alma sonrasında SGHA çıkarılmasına karar verilmiştir. Her iki gruptaki hastalar SpO2 değerleri, SGHA çıkarma zamanı, hemodinamik değişiklikler ve postoperatif komplikasyonlar açısından karşılaştırılmıştır. Bulgular: Gruplar arasında operasyonun tamamlanma ve anestezi süresi açısından istatistiksel olarak fark gözlenmemiştir. Her iki grupta da SGHA çıkarma zamanları arasında istatistiksel anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Gruplar arası preoperatif, intraoperatif ve postoperatif süreçlerde kalp hızı, ortalama arter basıncı, sistolik arter basıncı, diastolik arter basıncı ve periferik oksijen satürasyonu değerleri benzer bulunmuştur. Postoperatif komplikasyon açısından fark saptanmamıştır. Sonuç: Hastalarda SGHA çıkarma zamanına karar vermede konvansiyonel yöntemler, yeterli objektivite taşımamaktadır. Diyafram kalınlaşmasının ultrasonik değerlendirme ile SGHA çıkarma zamanlamasına karar verilmesi ile konvansiyonel yöntemin birbirine üstünlüğü gösterilememiştir. Ancak, USG kullanımı anestezi uygulayıcısından bağımsız, ölçülebilir ve objektif veri toplayabilme avantajına sahiptir. İki grup arasında anlamlı fark olmaması, konvansiyonel yöntem ile karar veren klinisyenin deneyimi ile açıklanabilir ve USG değerlendirmesi, deneyimsiz kullanıcılara ek bilgiler sağlayabilir. Diğer cerrahi uygulamalar, risk grupları ve yaş gruplarında, ekstübasyon kararında USG kulanımının faydalı olup olmayacağı ile ilgili ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Objective: The supraglottic airway device (SGAD), which is widely used in anesthesia practice, is a safe method. The timing of SGAD removal is still controversial. The aim of this study was to compare conventional and ultrasonographic methods in deciding the timing of removal in patients with SGAD placement under general anesthesia. Methods: One hundred patients who underwent surgery under general anesthesia in a university hospital and underwent SGAD placement were included in the study. During the awakening process, patients were divided into two groups: the conventional group and the USG group. In the USG group, diaphragm thickness was recorded preoperatively and intraoperatively before SGAD removal. In the ultrasonography (USG) group, the SGAD was removed in patients with a diaphragmatic thickness (Δtdi) ratio of 20% or more in the USG measurement of the diaphragm. In the conventional group, SGAD removal was decided after eye opening, obeying orders, spontaneous or commanded breathing that produced >4 mL kg⁻¹ tidal volume. Patients in both groups were compared in terms of SpO2 values, SGAD removal time, hemodynamic changes and postoperative complications. Results: There was no statistically significant difference between the groups in terms of completion of the operation and duration of anesthesia. No statistically significant difference was observed between the SGAD removal times in both groups. Heart rate, mean arterial pressure, systolic arterial pressure, diastolic arterial pressure and peripheral oxygen saturation values were similar in preoperative, intraoperative and postoperative periods between the groups. There was no difference in complication status in the postoperative period. Conclusion: Conventional methods do not have sufficient objectivity in deciding the time of SGAD removal in patients with SGAD placement. Ultrasonographic evaluation of diaphragmatic thickening has not been shown to be superior to the conventional method of deciding the timing of SGAD removal. However, the use of USG has the advantage of collecting measurable and objective data independent of the anesthesia provider. The lack of significant difference between the two groups may be explained by the experience of the clinician making the decision with the conventional method, and ultrasonographic evaluation may provide additional information to inexperienced users. Further studies are needed in other surgical procedures, risk groups and age groups to determine whether the use of USG in extubation decision-making would be useful. |
6. | Diz Osteoartriti Ağrısının Tedavisinde Ultrason Kılavuzluğunda Geniküler Sinir Alkol Nörolizi Ultrasound-Guided Genicular Nerve Alcohol Neurolysis for the Management of Knee Osteoarthritis Pain Gokhan Yildiz, Gevher Rabia Genc Perdeciogludoi: 10.54875/jarss.2024.38278 Sayfalar 147 - 152 (208 kere görüntülendi) Amaç: Geniküler sinirlerin kimyasal nörolizi, diz osteoartriti (DOA) ağrısında giderek yaygınlaşan bir prosedürdür. Bu çalışmanın amacı, DOA ağrısında geniküler sinirlerin alkol nörolizinin etkinliğini değerlendirmektir. Yöntem: Diz osteoartritli hastalara, tanısal geniküler sinir bloklarını takiben ≥%50 ağrı rahatlamasından sonra superior medial, superior lateral ve inferior medial geniküler sinirlere alkol nörolizi uygulandı. Sayısal derecelendirme ölçeği (NRS) ve Western Ontario and McMaster Universities Osteoarthritis Index (WOMAC) skorları başlangıçta, işlemden 1 ve 3 ay sonra değerlendirilmiştir. Birincil amacımız NRS skorlarında ortaya çıkacak değişim ile ağrı düzeyinde oluşacak değişikliğin gösterilmesiydi. İkincil amacımız ise WOMAC skorundaki değişiklikler ve prosedürle ilişkili advers olayların insidansıydı. Bulgular: Dahil edilme kriterlerini karşılayan elli bir hasta çalışmaya dahil edildi. Medyan başlangıç NRS skoru 8, 1. ve 3. ay skorları ise 3 idi. Başlangıçtaki medyan WOMAC skoru 68 idi. Birinci ayda 30,25 ve üçüncü ayda 30 idi. Sayısal derecelendirme ölçeği ve WOMAC skorlarındaki azalma her iki dönemde de başlangıca kıyasla anlamlıydı (p<0,001). Geniküler alkol nörolizi sonrası 3. ay takibinde hastaların %64,7’sinde %50 veya daha fazla ağrı sağlandığı saptandı. Beş hastada (%9,8) parestezi ve iki hastada (%3,9) hipoestezi gözlendi, ancak bu advers olaylar tedavi olmaksızın bir ay içinde düzeldi. Sonuç: Geniküler sinir alkol nörolizi, düşük maliyet ve yüksek etkinlik ile radyofrekans gibi daha pahalı yöntemlere iyi bir alternatif olabilir. İdeal alkol dozunu belirlemek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Objective: Chemical neurolysis of genicular nerves is an increasingly common procedure for knee osteoarthritis (KOA) pain. This study aimed to evaluate the efficacy of alcohol neurolysis of the genicular nerves in KOA pain. Methods: Patients with KOA underwent superior medial, superior lateral and inferior medial genicular nerves alcohol neurolysis after ≥ 50% pain relief following diagnostic genicular nerve blocks. Numeric rating scale (NRS) and Western Ontario and McMaster Universities Osteoarthritis Index (WOMAC) scores were evaluated at baseline, 1 and 3 months after the procedure. Our primary outcome was pain relief, as revealed by the change in NRS scores. Secondary outcomes were changes in WOMAC score and the incidence of procedure-related adverse events. Results: Fifty-one patients who met the inclusion criteria were included. The median baseline NRS score was 8, and the 1st and 3rd month scores were 3. The median WOMAC score at the baseline was 68. It was 30.25 at month 1 and 30 at month 3. The reduction in NRS and WOMAC scores was significant at both times compared with baseline (p<0.001). Genicular alcohol neurolysis provided 50% or more pain relief in 64.7% of the patients at the 3rd month follow-up. Paresthesia was observed in five (9.8%) patients and hypoesthesia in two (3.9%) patients, but these adverse events resolved within one month without treatment. Conclusion: Genicular nerve alcohol neurolysis may be a good alternative to more expensive methods, such as radiofrequency, with low cost, and high efficacy. Further studies are needed to determine the ideal alcohol dose. |
7. | Konvansiyonel Hemodiyaliz Hastalarında Pulmoner Konjesyon ve Volüm Durumunun Ultrasonografi ile Değerlendirilmesi Evaluation of Pulmonary Congestion and Volume Status in Conventional Hemodialysis Patients Using Ultrasonography Hacer Eseroglu, Funda Gok, Nedim Yilmaz Selcukdoi: 10.54875/jarss.2024.24085 Sayfalar 153 - 158 (108 kere görüntülendi) Amaç: Kritik hastalarda ve son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) olan hastalarda sıvı yüklenmesi mortalitede artışa neden olur. Son zamanlarda sonografi sıvı yüklenmesini değerlendirmek için kullanılır. Bu çalışmada hemodiyaliz (HD) ve ultrafiltrasyon (UF) uygulanan hastalarda sıvı yükünün değerlendirilmesinde akciğer ultrasonografisi (LUS) ve inferior vena kava (İVK) ölçümlerinin birbiriyle ve UF miktarı ile olan ilişkisinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Haftada üç kez HD ve UF uygulanan SDBY hastaları HD öncesi ve sonrası değerlendirildi. Akciğer toplam 12 alanda LUS skor ile değerlendirildi. İnferior vena kava, subkostal olarak incelendi, maksimum, minimum çapları ve kollapsibilite indeksi hesaplandı. Bulgular: Çalışmaya 40 hasta dahil edildi. Hastaların HD sonrasında total LUS skorlarında, anterolateral LUS skorlarında ve İVK minimum ve maksimum çap ölçümlerinde azalma gözlendi. Total LUS skorunda azalma ile UF miktarı arasında, anterolateral LUS skoru ile UF arasında sırasıyla düşük-orta düzeyde korelasyon (r=+0,387, p=0,014), (r=+0,321, p=0,022) saptandı. Hemodiyaliz öncesi dönemde total LUS skoru ile İVK maksimum çapı arasında iyi derecede (r= +0,899, p<0,001) korelasyon bulundu. Fakat İVK ölçümleri ile ile UF miktarı arasında korelasyon bulunmadı. Ortalama UF miktarı 2410 mL olarak bulundu. Sonuç: Bu çalışmada HD öncesine göre, HD sonrasında LUS skoru ve İVK ölçümlerinde azalma gözlenmiştir. LUS skoru UF ile korele iken, İVK çapları ile LUS skoru arasında korelasyon tespit edilmemiştir. Bu bize sıvı yüklenmesi için İVK’nin değerlendirilmesinin faydalı olduğunu fakat hızlı sıvı azalması ile ilgili yetersiz olabileceğini göstermektedir. Ayrıca akciğerin total veya anterolateral bölgelerinin değerlendirilmesinin pulmoner konjesyonun değerlendirilmesinde faydalı olduğunu göstermektedir. Objective: Fluid overload leads to increased mortality in critically ill patients and patients with end-stage renal disease (ESRD). Recently, sonography has been used for assessing fluid overload. In the present study, it was aimed to compare the relationship between lung ultrasonography (LUS) and inferior vena cava (IVC) measurements with each other and with the amount of ultrafiltration (UF) in the evaluation of fluid burden among patients undergoing hemodialysis (HD) and UF. Methods: The assessments of the lung and IVC were conducted sonographically both before and after HD three times a week. The lung was evaluated in a total of 12 zones using the LUS scoring system. Inferior vena cava was also examined subcostally, and as well as the collapsibility index, the minimum and maximum diameters of IVC were calculated. Results: The study was composed of 40 patients. After HD, a decrease was observed in the total LUS score, the anterolateral LUS score, and the diameters of IVC. A weak-to-moderate correlation was found between the reduction in total LUS score and the UF (r= +0.387, p=0.014), as well as the decrease between the anterolateral LUS score and the UF (r=+0.321, p=0.022). However, no correlation was found between the IVC measurements and UF. The average amount of UF was found to be 2410 mL. Conclusion: This study observed a decrease in LUS scores and IVC measurements post-hemodialysis compared to pre-dialysis values. While LUS scores correlated with UF, no correlation was found with IVC diameters. This suggests that, although effective in assessing fluid overload, IVC measurements may not adequately evaluate rapid reductions in fluid volume. Additionally, examining the total or anterolateral lung regions proves beneficial for assessing pulmonary congestion. |
8. | Yoğun Bakım Hemşirelerinde Tükenmişlik ve İş Doyumu Arasındaki İlişki: Etkileyen Faktörlerin Araştırılması The Association Between Burnout and Job Satisfaction Among Intensive Care Nurses: Exploring Influencing Factors Duygu Kayar Calili, Canan Un, Oya Kilci, Eda Macit Aydin, Ferah Donmez, Beyazit Dikmen, Mustafa Baydardoi: 10.54875/jarss.2024.47550 Sayfalar 159 - 166 (115 kere görüntülendi) Amaç: Yoğun bakım ünitesi (YBÜ) hemşirelerinde iş doyumu (İD) ve tükenmişlik sendromu arasındaki ilişkiyi belirlemek ve tükenmişlik ve İD'yi etkileyen faktörleri incelemek. Yöntem: Etik kurul onayı sonrası, Ankara’daki sekiz üçüncü basamak hastanenin erişkin 3. düzey YBÜ’lerinde çalışan gönüllü hemşirelere bir anket formu, Maslach Tükenmişlik Envanteri (alt ölçekler D: Duyarsızlaşma, KB: Kişisel Başarı, DT: Duygusal Tükenme ) ve Minnesota Doyum Anketi (alt ölçekler IS: İçsel Doyum, ES: Dışsal Doyum ve GS: Genel Doyum) uygulandı. Bulgular: Araştırmaya 449 hemşire katıldı. Tükenme alt ölçekleri İD alt ölçekleri ile negatif korelasyon gösterdi (p<0,05). Yaş arttıkça hem D hem de KB alt ölçekleri; deneyim yılı arttıkça da KB alt ölçeğinde tükenme azaldı. Kadın, çocuğu olmayan ve 40 saatten az çalışan hemşireler KB alt ölçeğinde daha düşük tükenmişliğe sahipti (p<0,05). Sağlık sorunu, ulaşım ve ekonomik zorluğu olmayan, sosyal desteği olan ve mesleğini isteyerek seçen hemşirelerin DT ve D tükenme puanları daha düşüktü (p<0,05). Dahiliye YBÜ’de çalışan, evli, sağlıklı, mesleğini kendi seçen ve sosyal desteği olan hemşirelerin İD puanları daha yüksekti (p<0,05). Sonuç: Yoğun bakım ünitesi hemşireleri arasında tükenmişlik arttıkça İD azalmaktadır. Tükenme ve İD’nu etkileyen faktörler arasında yaş, cinsiyet, medeni durum, çocuk sahibi olma, sağlık durumu, sosyal destek varlığı, gönüllü kariyer seçimi, çalışılan YBÜ’nin türü, deneyim, çalışma saatleri, ekonomik ve ulaşım zorlukları yer almaktadır. Objective: To determine the relationship between job satisfaction (JS) and burnout syndrome among intensive care unit (ICU) nurses, and examine the factors influencing burnout and JS. Methods: After ethical approval, a questionnaire form, the Maslach Burnout Inventory (subscales D: Depersonalization, PA: Personal Accomplishment, and EE: Emotional Exhaustion) and the Minnesota Satisfaction Questionnaire (subscales IS: Intrinsic Satisfaction, ES: Extrinsic Satisfaction, and GS: General Satisfaction) were administered to volunteer nurses working in adult level 3 ICUs in eight tertiary hospitals in Ankara. Results: Four hundred forty-nine nurses participated in the study. Burnout subscales were negatively correlated with JS subscales (p<0.05). With increasing age, burnout decreased in both D and PA subscales; as years of experience increased, burnout decreased in the PA subscale. Female nurses, nurses without children, and those working less than 40 hours had lower burnout on the PA subscale (p<0.05). Nurses who did not have health problems, transport and financial difficulties, who had social support, and who chose their profession purposely had lower EE and D scores (p<0.05). Nurses working in internal medicine ICUs, who were married, healthy, chose their profession, and had social support had higher JS scores (p<0.05). Conclusion: Among ICU nurses, JS decreases as burnout increases. Factors influencing burnout and JS include age, sex, marital status, parenthood, health status, social support, voluntary career choice, type of ICU worked in, experience, working hours, and financial and transport difficulties. |
9. | Postoperatif Kardiyovasküler Yoğun Bakım Hastalarında Analjezi Nosisepsiyon İndeksi (ANI) Kullanılarak Ağrının Değerlendirilmesi Pain Evaluation Using Analgesia Nociception Index (ANI) in Postoperative Cardiovascular Intensive Care Patients Nursen Tanrikulu, Fuat Polat, Ali Haspolat, Ali Sefik Kopruludoi: 10.54875/jarss.2024.78942 Sayfalar 167 - 173 (158 kere görüntülendi) Amaç: Bu çalışmada, kardiyovasküler yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) elektif koroner arter bypass grefti (KABG) ameliyatlarından sonra bilinci açık, sedasyonlu ve mekanik ventilasyona bağlı hastalarda ağrının değerlendirilmesi için analjezi nosisepsiyon indeksi (ANI) değerlendirildi. Ayrıca inotropik/vazokonstriktör ajanların ANI üzerindeki etkisi de araştırıldı. Yöntem: Ocak 2019’dan Ocak 2020’ye kadar gerçekleştirilen çalışmaya, elektif izole KABG ameliyatı geçiren 135 katılımcı dahil edildi. Katılımcılar üç gruba ayrıldı: Grup S0 ek kardiyak destek almadı, Grup S1 dopamin ile inotropik destek aldı ve Grup S2 kombine inotropik ve vazopressör desteği aldı. Analjezi nosisepsiyon indeksi elektrotları ANI değerlendirmesi için V1 ve V5 derivasyonlarına ekstübasyondan önce (Eb), ekstübasyondan sonra (Ea), torasik dren çıkarılmadan önce (Rb) ve torasik dren çıkarıldıktan sonra (Ra) yerleştirilmiştir. Bulgular: Cinsiyet dağılımında anlamlı bir farklılık görülmedi. Entübasyon süresi Grup S2’de Grup S0 ve S1’e göre anlamlı olarak daha uzundu. Hemodinamik parametreler önemli ölçüde değişti. Ortalama arter basıncı (MAP) ve kalp atış hızı (HR), Eb’den Ea’ya önemli ölçüde arttı ve Rb’den Ra’ya düştü. Spesifik olarak, Eb ve Ea arasında MAP 82,4 ± 8,1 mmHg’den 89,6 ± 9,2 mmHg’ye (p<0,05) ve HR ise 72,5 ± 7,4 bpm’den 78,3 ± 8,6 bpm’ye (p<0,05) yükseldi. Tersine, Rb ve Ra arasında MAP 90,2 ± 8,4 mmHg’den 85,1 ± 8,3 mmHg’ye (p<0,05) ve HR ise 80,5 ± 7,5 bpm’den 74,2 ± 7,8 bpm’ye (p<0,05) düştü. ANI değerleri gruplara ve zaman noktalarına göre değişiklik gösterdi; Grup S2, ekstübasyon sonrası (Ea) ve torasik drenaj sonrası (Ra) daha yüksek ANI değerleri gösterdi. Sonuç: Analjezi nosisepsiyon indeksi, kalp cerrahisi sonrası kardiyovasküler yoğun bakım ünitesinde sürekli ağrı değerlendirmesi için uygun bir araçtır. Dinamik hemodinamik tepkiler ve farklı ANI modelleri, ANI’nin postoperatif ağrı yönetimi stratejilerini uyarlamadaki potansiyelini vurgulamaktadır. Objective: This study evaluated the analgesia nociception index (ANI) for pain assessment in conscious, sedated, and mechanically ventilated patients in the cardiovascular intensive care unit (ICU) after elective coronary artery bypass graft (CABG) surgeries. It also explored the influence of inotropic/vasoconstrictor agents on ANI. Methods: Conducted from January 2019 to January 2020, the study enrolled 135 participants who underwent elective isolated CABG surgeries. Participants were categorized into three groups: Group S0 received no additional cardiac support, Group S1 received inotropic support with dopamine, and Group S2 received combined inotropic and vasopressor support. Analgesia nociception index electrodes were placed at V1 and V5 leads for ANI assessment at key time points: before extubation (Eb), after extubation (Ea), before thoracic drain removal (Rb), and after thoracic drain removal (Ra). Results: Gender distribution showed no significant differences. Intubation duration was significantly longer in Group S2 compared to Groups S0 and S1. Hemodynamic parameters varied significantly. Mean arterial pressure (MAP) and heart rate (HR) increased significantly from Eb to Ea and decreased from Rb to Ra. Specifically, MAP increased from 82.4 ± 8.1 mmHg to 89.6 ± 9.2 mmHg (p<0.05) and HR increased from 72.5 ± 7.4 bpm to 78.3 ± 8.6 bpm (p<0.05) between Eb and Ea. Conversely, MAP decreased from 90.2 ± 8.4 mmHg to 85.1 ± 8.3 mmHg (p<0.05) and HR decreased from 80.5 ± 7.5 bpm to 74.2 ± 7.8 bpm (p<0.05) between Rb and Ra. ANI values varied across groups and time points, with Group S2 showing higher ANI values post-extubation (Ea) and post-thoracic drain removal (Ra). Conclusion: ANI is a feasible tool for continuous pain assessment in the cardiovascular ICU post-cardiac surgery. The dynamic hemodynamic responses and distinct ANI patterns highlight ANI’s potential in tailoring postoperative pain management strategies. |
10. | Oturur Pozisyon Öncesinde Pletismografik Değişkenlik İndeksi ve Vena Kava İnferior Çapı Ölçümleri ile Volüm Durumunun Değerlendirilmesi Evaluation of Volume Status with Plethysmographic Variability Index and Vena Cava Inferior Diameter Before Sitting Position Merve Namli Emlek, Asli Donmez, Reyhan Polatdoi: 10.54875/jarss.2024.23500 Sayfalar 174 - 181 (116 kere görüntülendi) Amaç: Ortostatik hipotansiyon, oturur pozisyondan sonra sık karşılaşılan bir sorundur. Çalışmamızın amacı; oturur pozisyon öncesi yapılan pasif bacak kaldırma manevrası (PBKM), vena kava inferior (VKİ) çapı ölçümleri ve pletismografik değişkenlik indeksi- pletismografik dalga formu amplitüdündeki varyasyon (∆Ppleth) ile intravasküler volüm durumunun değerlendirilmesi ve bunların oturur pozisyon sonrası gelişebilecek hemodinamik değişikliklerin öngörülmesindeki etkisini araştırmaktır. Yöntem: Bu prospektif çalışmaya 18-65 yaş arasında, ASA I-II, genel anestezi altında artroskopik omuz cerrahisi yapılacak olan 53 hasta dahil edildi. Hastalar 6-8 mL kg⁻¹ tidal hacim, 5 cm H2O PEEP ile ventile edildi. Kalp hızı, kan basıncı ve manuel ölçülen pletismografik dalga formu amplitüdleri kaydedildi, vena kava inferior gerilim indeksi (VKİ-Gİ) hesaplandı. Ölçümler, PBKM yapıldıktan sonra tekrarlandı. Hastalar oturur pozisyona getirildikten sonra görülen hemodinamik değişikliklerin, ölçülen VKİ-Gİ ve ∆Ppleth ile korelasyonu değerlendirildi. Bulgular: İndüksiyon sonrası 53 hastanın 19’unda (%35,8) VKİ-Gİ >%18 iken, bunların 14’ünde (%73,7) VKİ-Gİ’nin PBKM ile birlikte azaldığı görüldü. İndüksiyon sonrası ∆Ppleth >%15 olan 15 hastanın 14’ünde (%93,3) PBKM sonrasında ∆Ppleth’in azaldığı görüldü. Pasif bacak kaldırma manevrası ile VKİ-Gİ ve ∆Ppleth’teki azalma istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001; p<0.001). Ayrıca VKİ-Gİ’deki değişikliklerin ∆Ppleth ile korele olduğu bulundu (p<0,001). Hastalar oturur pozisyona getirildiğinde; kalp hızı, sistolik ve diyastolik kan basınçlarında ve ortalama arter basıncında anlamlı azalma (p=0,031; p<0,001), ∆Ppleth’te ise anlamlı artış (p<0,001) vardı. Sonuç: Pasif bacak kaldırma manevrası sonrası ∆Ppleth, oturur pozisyonda omuz cerrahisi geçirecek hastaların hemodinamik yanıtının ve volüm durumlarının tahmininde kullanılabilir. Objective: Orthostatic hypotension is a frequently encountered problem after sitting position. The aim of our study was to evaluate the intravascular volume status with passive leg-raising maneuver (PLRM), vena cava inferior (VCI) diameter measurements and plethysmographic variability index- plethysmographic waveform amplitude (∆Ppleth) before sitting position and to investigate the effect of these on predicting hemodynamic changes that may develop after sitting position. Methods: Fifty-three patients undergoing arthroscopic shoulder surgery under general anesthesia, aged 18-65, ASA I-II, were included in this prospective study. Mechanical ventilation was commenced with tidal volume of 6-8 mL kg⁻¹, 5 cm H2O of PEEP. Heart rates, blood pressure and manually measured plethysmographic waveform amplitudes were recorded and VCI-distensibility index (VCI-DI) was calculated. Measurements were repeated after performing PLRM. Correlation of hemodynamic changes, observed after patients were placed in sitting position, with VCI-DI and variations in the ∆Ppleth was evaluated. Results: After induction, VCI-DI was >18% in 19 (35.8%) of 53 patients and in 14 (73.7%) of these, VCI-DI decreased with PLRM. In 14 (93.3%) of 15 patients with ∆Ppleth >15% after induction, ∆Ppleth decreased after PLRM. The decrease in VCI-DI and ∆Ppleth with PLRM was statistically significant (p<0.001; p<0.001). Changes in VCI-DI were found to correlate with ∆Ppleth (p<0.001). When patients were placed in sitting position, there was a significant decrease in heart rate, systolic blood pressure, mean arterial pressure (p=0.031; p<0.001), and a significant increase in ∆Ppleth (p<0.001). Conclusion: Plethysmographic waveform amplitude after PLRM can be used to predict the volume status and hemodynamic response of patients undergoing shoulder surgery in sitting position. |
OLGU SUNUMU | |
11. | Koroner Arter Bypass Cerrahisinde Heparin Direnci Tespit Edilen Olguda Bivalirudin ile Antikoagulasyon Yönetimi Anticoagulation Management with Bivalirudin in a Case with Heparin Resistance Detected During Coronary Artery Bypass Surgery Elif Karakaya, Nazlı Acu, Aycan Özdemirkan, Sercan Tak, Yusuf Ünaldoi: 10.54875/jarss.2024.69772 Sayfalar 182 - 186 (127 kere görüntülendi) Heparin, kardiyopulmoner bypass’ta antikoagulasyon için kullanılan standart ajandır. Heparinin bu olgularda altın standart olmasının yanında, kullanımında bazı kısıtlamalar ortaya çıkabilmektedir. Heparin, heparin ilişkili trombositopeni gelişen ve heparin veya protamin alerjisi olan hastalarda kontrendikedir. Kardiyopulmoner bypass planlanan, heparinin kontrendike olduğu veya heparine karşı direnç gelişen hastalarda direkt trombin inhibitörü olan bivalirudinin etkin ve güvenli olduğuyla ilgili raporlar bulunmaktadır. Biz de bu olguda heparine direnç tespit edilen hastada bivalirudin deneyimimizi sunmayı amaçladık. Heparin is commonly used during cardiopulmonary bypass for anticoagulation. However, despite its status as the gold standard, there are limitations. It is contraindicated in patients allergic to heparin or protamine, as well as those with heparin-induced thrombocytopenia. Bivalirudin, a direct thrombin inhibitor, has been reported as a safe and effective alternative in cases where heparin cannot be used due to these contraindications. Here, we present our experience using bivalirudin in a patient diagnosed with heparin resistance. |
12. | Brown-Vialetto-Van Laere (BVVL) Sendromlu İki Olguda Anestezi Yönetimi: Olgu Sunumu Anesthesia Management in Two Cases with Brown-Vialetto-Van Laere (BVVL) Syndrome: Case Report Cansu Kılınç Berktaş, Merve İkbal Göncü, Özal Adıyeke, Funda Gümüş Özcandoi: 10.54875/jarss.2024.49354 Sayfalar 187 - 189 (144 kere görüntülendi) Brown-Vialetto-Van Laere (BVVL) sendromu, alt kranial sinir tutulumu, alt ve üst motor nöron ekstremite bulguları sık görülen, sensörinöral sağırlıkla karakterize bir hastalıktır. Solunum yetmezliği (en sık görülen nörolojik olmayan bulgu), kas güçsüzlüğü, geveleyerek konuşma diğer özellikleridir. Avrupa’da son yüzyıl içinde 100 den az hasta bildirilmiştir. Çok nadir görülen bir hastalık olması sebebiyle anestezi yaklaşımıyla ilgili literatürlerde yeterli veri bulunmamaktadır. Motor nöron hastalıklarında nöromüsküler bloker ilaçların paralizi ve kas güçsüzlüğünü artırabilmesi, rezidüel nöromüsküler blok oluşabilmesi nedenleriyle genel anestezi ile uzamış solunum depresyonu riski bulunmaktadır. Ancak BVVL sendromunun etiyopatogenezi hâlâ belirsizliğini koruması nedeniyle iki farklı BVVL sendromlu hastada genel anestezi yönetimimiz anlatıldı. Brown-Vialetto-Van Laere (BVVL) syndrome is a disease characterized by lower cranial nerve involvement, lower and upper motor neuron extremity findings, and sensorineural deafness. Respiratory failure (the most common non-neurological finding), muscle weakness, and slurred speech are other features. Less than 100 patients have been reported in Europe in the last century. Since it is a very rare disease, there is not enough data in the literature regarding the anesthesia approach. In motor neuron diseases, there is a risk of prolonged respiratory depression with general anesthesia because neuromuscular blocking drugs can increase paralysis and muscle weakness and residual neuromuscular block may occur. However, since the etiopathogenesis of BVVL syndrome remains unclear, our general anesthesia management in two different patients with BVVL syndrome is described. |
EDITÖRE MEKTUP | |
13. | Tarihi Bildiri - Yorum Historical Declaration - Comment Lütfi Telcidoi: 10.54875/jarss.2024.91259 Sayfalar 190 - 191 (115 kere görüntülendi) Makale Özeti |Tam Metin PDF |
DÜZELTME | |
14. | Düzeltme: Ratlarda Oluşturulan Renal İskemi Reperfüzyon Hasarında Epibatidinin Etkileri Corrigendum: The Effect of Epibaditine on Renal Ischemia Reperfusion Injury in Rats doi: 10.54875/jarss.2024.82435 Sayfa 192 (97 kere görüntülendi) Makale Özeti |Tam Metin PDF |