ISSN - 1300-0578 | e-ISSN - 2687-2242
JARSS - JARSS: 32 (3)
Cilt: 32  Sayı: 3 - 2024
1. 
Kapak
Cover

Sayfa I (292 kere görüntülendi)

2. 
Danışma Kurulu
Advisory Board

Sayfalar II - IV (235 kere görüntülendi)

3. 
İçindekiler
Contents

Sayfa V (197 kere görüntülendi)

DERLEME
4. 
Kraniyotomi Geçirecek Hastaların Preoperatif Anestezi Hazırlığında Hiponatremi Ayırıcı Tanısında Reset Osmostat Sendromu
Reset Osmostat Syndrome in the Differential Diagnosis of Hyponatremia in Preoperative Anesthetic Evaluation of Patients Undergoing Craniotomy
Büşra Nizam, Ezgi Aytaç, Hatice Türe
doi: 10.54875/jarss.2024.26023  Sayfalar 135 - 139 (292 kere görüntülendi)
Kraniyotomi öncesi anestezi hasta hazırlığında, hiponatremi sıklıkla karşılaşılan bir elektrolit bozukluğu olup, morbidite ve mortalite ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle hiponatremi tanısının hızlı ve doğru şekilde konulması ve etkin tedavisi büyük önem arz etmektedir.
İntrakraniyal patolojisi olan hastalarda hiponatremi nedenlerinden biri olan reset osmostat sendromunun tanısı, genellikle asemptomatik seyrettiğinden dolayı güç olabilir. Bu sendromda temel fizyopatoloji; intrakraniyal kitle, yaşlılık, malignite, gibi nedenlerle antidiüretik hormon salınımının uyarıldığı fizyolojik aralığın ayar noktasının değişmiş olmasıdır. Tedavi temel olarak; altta yatan bozukluğun ortadan kaldırılmasıdır. Ancak, intrakraniyal patolojisi olan hastalarda tanının doğru konulması, çok farklı hiponatremi tedavilerinin arasından en doğru stratejinin seçilmesi açısından kritik önem taşır.

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
5. 
Supraglottik Hava Yolu Aracını Çıkarma Zamanlamasında Konvansiyonel ve Ultrasonografik Yöntemlerin Karşılaştırılması
Comparison of Conventional and Ultrasonographic Methods in the Timing of Supraglottic Airway Device Removal
A. Hilmi Günüç, Aysel Mercan, Atilla Erol
doi: 10.54875/jarss.2024.85579  Sayfalar 140 - 146 (345 kere görüntülendi)
Amaç: Anestezi pratiğinde yaygın olarak kullanılan supraglottik hava yolu aracı (SGHA) güvenli bir yöntemdir. Supraglottik Hava Yolu Aracının çıkarılma zamanlaması ise hâlâ tartışmalıdır. Bu çalışmada, genel anestezi altında SGHA yerleştirilmiş hastaların, çıkarılma zamanlamasına karar vermede konvansiyonel yöntemler ile ultrasonografik yöntemlerin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde genel anestezi altında opere edilen ve SGHA yerleştirilen yüz hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Uyandırma sürecinde hastalar iki gruba ayrılmıştır: konvansiyonel grup ve ultrasonografi (USG) grubu. Ultrasonografi grubunda, diyafram kalınlıkları preoperatif dönemde ve intraoperatif SGHA çıkarma öncesi yapılan ölçümlerle kayıt altına alınmıştır. Ultrasonografi ile yapılan diyafram ölçümünde diyafram kalınlaşma oranı (Δtdi) %20 ve üzeri olanlarda SGHA çıkarılmıştır. Konvansiyonel grupta ise göz açma, emirlere uyma, spontan veya komutla >4 mL kg⁻¹ tidal volüm oluşturan soluk alma sonrasında SGHA çıkarılmasına karar verilmiştir. Her iki gruptaki hastalar SpO2 değerleri, SGHA çıkarma zamanı, hemodinamik değişiklikler ve postoperatif komplikasyonlar açısından karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Gruplar arasında operasyonun tamamlanma ve anestezi süresi açısından istatistiksel olarak fark gözlenmemiştir. Her iki grupta da SGHA çıkarma zamanları arasında istatistiksel anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Gruplar arası preoperatif, intraoperatif ve postoperatif süreçlerde kalp hızı, ortalama arter basıncı, sistolik arter basıncı, diastolik arter basıncı ve periferik oksijen satürasyonu değerleri benzer bulunmuştur. Postoperatif komplikasyon açısından fark saptanmamıştır.
Sonuç: Hastalarda SGHA çıkarma zamanına karar vermede konvansiyonel yöntemler, yeterli objektivite taşımamaktadır. Diyafram kalınlaşmasının ultrasonik değerlendirme ile SGHA çıkarma zamanlamasına karar verilmesi ile konvansiyonel yöntemin birbirine üstünlüğü gösterilememiştir. Ancak, USG kullanımı anestezi uygulayıcısından bağımsız, ölçülebilir ve objektif veri toplayabilme avantajına sahiptir. İki grup arasında anlamlı fark olmaması, konvansiyonel yöntem ile karar veren klinisyenin deneyimi ile açıklanabilir ve USG değerlendirmesi, deneyimsiz kullanıcılara ek bilgiler sağlayabilir. Diğer cerrahi uygulamalar, risk grupları ve yaş gruplarında, ekstübasyon kararında USG kulanımının faydalı olup olmayacağı ile ilgili ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.

6. 
Diz Osteoartriti Ağrısının Tedavisinde Ultrason Kılavuzluğunda Geniküler Sinir Alkol Nörolizi
Ultrasound-Guided Genicular Nerve Alcohol Neurolysis for the Management of Knee Osteoarthritis Pain
Gokhan Yildiz, Gevher Rabia Genc Perdecioglu
doi: 10.54875/jarss.2024.38278  Sayfalar 147 - 152 (922 kere görüntülendi)
Amaç: Geniküler sinirlerin kimyasal nörolizi, diz osteoartriti (DOA) ağrısında giderek yaygınlaşan bir prosedürdür. Bu çalışmanın amacı, DOA ağrısında geniküler sinirlerin alkol nörolizinin etkinliğini değerlendirmektir.
Yöntem: Diz osteoartritli hastalara, tanısal geniküler sinir bloklarını takiben ≥%50 ağrı rahatlamasından sonra superior medial, superior lateral ve inferior medial geniküler sinirlere alkol nörolizi uygulandı. Sayısal derecelendirme ölçeği (NRS) ve Western Ontario and McMaster Universities Osteoarthritis Index (WOMAC) skorları başlangıçta, işlemden 1 ve 3 ay sonra değerlendirilmiştir. Birincil amacımız NRS skorlarında ortaya çıkacak değişim ile ağrı düzeyinde oluşacak değişikliğin gösterilmesiydi. İkincil amacımız ise WOMAC skorundaki değişiklikler ve prosedürle ilişkili advers olayların insidansıydı.
Bulgular: Dahil edilme kriterlerini karşılayan elli bir hasta çalışmaya dahil edildi. Medyan başlangıç NRS skoru 8, 1. ve 3. ay skorları ise 3 idi. Başlangıçtaki medyan WOMAC skoru 68 idi. Birinci ayda 30,25 ve üçüncü ayda 30 idi. Sayısal derecelendirme ölçeği ve WOMAC skorlarındaki azalma her iki dönemde de başlangıca kıyasla anlamlıydı (p<0,001). Geniküler alkol nörolizi sonrası 3. ay takibinde hastaların %64,7’sinde %50 veya daha fazla ağrı sağlandığı saptandı. Beş hastada (%9,8) parestezi ve iki hastada (%3,9) hipoestezi gözlendi, ancak bu advers olaylar tedavi olmaksızın bir ay içinde düzeldi.
Sonuç: Geniküler sinir alkol nörolizi, düşük maliyet ve yüksek etkinlik ile radyofrekans gibi daha pahalı yöntemlere iyi bir alternatif olabilir. İdeal alkol dozunu belirlemek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.

7. 
Konvansiyonel Hemodiyaliz Hastalarında Pulmoner Konjesyon ve Volüm Durumunun Ultrasonografi ile Değerlendirilmesi
Evaluation of Pulmonary Congestion and Volume Status in Conventional Hemodialysis Patients Using Ultrasonography
Hacer Eseroglu, Funda Gok, Nedim Yilmaz Selcuk
doi: 10.54875/jarss.2024.24085  Sayfalar 153 - 158 (209 kere görüntülendi)
Amaç: Kritik hastalarda ve son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) olan hastalarda sıvı yüklenmesi mortalitede artışa neden olur. Son zamanlarda sonografi sıvı yüklenmesini değerlendirmek için kullanılır. Bu çalışmada hemodiyaliz (HD) ve ultrafiltrasyon (UF) uygulanan hastalarda sıvı yükünün değerlendirilmesinde akciğer ultrasonografisi (LUS) ve inferior vena kava (İVK) ölçümlerinin birbiriyle ve UF miktarı ile olan ilişkisinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Haftada üç kez HD ve UF uygulanan SDBY hastaları HD öncesi ve sonrası değerlendirildi. Akciğer toplam 12 alanda LUS skor ile değerlendirildi. İnferior vena kava, subkostal olarak incelendi, maksimum, minimum çapları ve kollapsibilite indeksi hesaplandı.
Bulgular: Çalışmaya 40 hasta dahil edildi. Hastaların HD sonrasında total LUS skorlarında, anterolateral LUS skorlarında ve İVK minimum ve maksimum çap ölçümlerinde azalma gözlendi. Total LUS skorunda azalma ile UF miktarı arasında, anterolateral LUS skoru ile UF arasında sırasıyla düşük-orta düzeyde korelasyon (r=+0,387, p=0,014), (r=+0,321, p=0,022) saptandı. Hemodiyaliz öncesi dönemde total LUS skoru ile İVK maksimum çapı arasında iyi derecede (r= +0,899, p<0,001) korelasyon bulundu. Fakat İVK ölçümleri ile ile UF miktarı arasında korelasyon bulunmadı. Ortalama UF miktarı 2410 mL olarak bulundu.
Sonuç: Bu çalışmada HD öncesine göre, HD sonrasında LUS skoru ve İVK ölçümlerinde azalma gözlenmiştir. LUS skoru UF ile korele iken, İVK çapları ile LUS skoru arasında korelasyon tespit edilmemiştir. Bu bize sıvı yüklenmesi için İVK’nin değerlendirilmesinin faydalı olduğunu fakat hızlı sıvı azalması ile ilgili yetersiz olabileceğini göstermektedir. Ayrıca akciğerin total veya anterolateral bölgelerinin değerlendirilmesinin pulmoner konjesyonun değerlendirilmesinde faydalı olduğunu göstermektedir.

8. 
Yoğun Bakım Hemşirelerinde Tükenmişlik ve İş Doyumu Arasındaki İlişki: Etkileyen Faktörlerin Araştırılması
The Association Between Burnout and Job Satisfaction Among Intensive Care Nurses: Exploring Influencing Factors
Duygu Kayar Calili, Canan Un, Oya Kilci, Eda Macit Aydin, Ferah Donmez, Beyazit Dikmen, Mustafa Baydar
doi: 10.54875/jarss.2024.47550  Sayfalar 159 - 166 (215 kere görüntülendi)
Amaç: Yoğun bakım ünitesi (YBÜ) hemşirelerinde iş doyumu (İD) ve tükenmişlik sendromu arasındaki ilişkiyi belirlemek ve tükenmişlik ve İD'yi etkileyen faktörleri incelemek.
Yöntem: Etik kurul onayı sonrası, Ankara’daki sekiz üçüncü basamak hastanenin erişkin 3. düzey YBÜ’lerinde çalışan gönüllü hemşirelere bir anket formu, Maslach Tükenmişlik Envanteri (alt ölçekler D: Duyarsızlaşma, KB: Kişisel Başarı, DT: Duygusal Tükenme ) ve Minnesota Doyum Anketi (alt ölçekler IS: İçsel Doyum, ES: Dışsal Doyum ve GS: Genel Doyum) uygulandı.
Bulgular: Araştırmaya 449 hemşire katıldı. Tükenme alt ölçekleri İD alt ölçekleri ile negatif korelasyon gösterdi (p<0,05). Yaş arttıkça hem D hem de KB alt ölçekleri; deneyim yılı arttıkça da KB alt ölçeğinde tükenme azaldı. Kadın, çocuğu olmayan ve 40 saatten az çalışan hemşireler KB alt ölçeğinde daha düşük tükenmişliğe sahipti (p<0,05). Sağlık sorunu, ulaşım ve ekonomik zorluğu olmayan, sosyal desteği olan ve mesleğini isteyerek seçen hemşirelerin DT ve D tükenme puanları daha düşüktü (p<0,05). Dahiliye YBÜ’de çalışan, evli, sağlıklı, mesleğini kendi seçen ve sosyal desteği olan hemşirelerin İD puanları daha yüksekti (p<0,05).
Sonuç: Yoğun bakım ünitesi hemşireleri arasında tükenmişlik arttıkça İD azalmaktadır. Tükenme ve İD’nu etkileyen faktörler arasında yaş, cinsiyet, medeni durum, çocuk sahibi olma, sağlık durumu, sosyal destek varlığı, gönüllü kariyer seçimi, çalışılan YBÜ’nin türü, deneyim, çalışma saatleri, ekonomik ve ulaşım zorlukları yer almaktadır.

9. 
Postoperatif Kardiyovasküler Yoğun Bakım Hastalarında Analjezi Nosisepsiyon İndeksi (ANI) Kullanılarak Ağrının Değerlendirilmesi
Pain Evaluation Using Analgesia Nociception Index (ANI) in Postoperative Cardiovascular Intensive Care Patients
Nursen Tanrikulu, Fuat Polat, Ali Haspolat, Ali Sefik Koprulu
doi: 10.54875/jarss.2024.78942  Sayfalar 167 - 173 (338 kere görüntülendi)
Amaç: Bu çalışmada, kardiyovasküler yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) elektif koroner arter bypass grefti (KABG) ameliyatlarından sonra bilinci açık, sedasyonlu ve mekanik ventilasyona bağlı hastalarda ağrının değerlendirilmesi için analjezi nosisepsiyon indeksi (ANI) değerlendirildi. Ayrıca inotropik/vazokonstriktör ajanların ANI üzerindeki etkisi de araştırıldı.
Yöntem: Ocak 2019’dan Ocak 2020’ye kadar gerçekleştirilen çalışmaya, elektif izole KABG ameliyatı geçiren 135 katılımcı dahil edildi. Katılımcılar üç gruba ayrıldı: Grup S0 ek kardiyak destek almadı, Grup S1 dopamin ile inotropik destek aldı ve Grup S2 kombine inotropik ve vazopressör desteği aldı. Analjezi nosisepsiyon indeksi elektrotları ANI değerlendirmesi için V1 ve V5 derivasyonlarına ekstübasyondan önce (Eb), ekstübasyondan sonra (Ea), torasik dren çıkarılmadan önce (Rb) ve torasik dren çıkarıldıktan sonra (Ra) yerleştirilmiştir.
Bulgular: Cinsiyet dağılımında anlamlı bir farklılık görülmedi. Entübasyon süresi Grup S2’de Grup S0 ve S1’e göre anlamlı olarak daha uzundu. Hemodinamik parametreler önemli ölçüde değişti. Ortalama arter basıncı (MAP) ve kalp atış hızı (HR), Eb’den Ea’ya önemli ölçüde arttı ve Rb’den Ra’ya düştü. Spesifik olarak, Eb ve Ea arasında MAP 82,4 ± 8,1 mmHg’den 89,6 ± 9,2 mmHg’ye (p<0,05) ve HR ise 72,5 ± 7,4 bpm’den 78,3 ± 8,6 bpm’ye (p<0,05) yükseldi. Tersine, Rb ve Ra arasında MAP 90,2 ± 8,4 mmHg’den 85,1 ± 8,3 mmHg’ye (p<0,05) ve HR ise 80,5 ± 7,5 bpm’den 74,2 ± 7,8 bpm’ye (p<0,05) düştü. ANI değerleri gruplara ve zaman noktalarına göre değişiklik gösterdi; Grup S2, ekstübasyon sonrası (Ea) ve torasik drenaj sonrası (Ra) daha yüksek ANI değerleri gösterdi.
Sonuç: Analjezi nosisepsiyon indeksi, kalp cerrahisi sonrası kardiyovasküler yoğun bakım ünitesinde sürekli ağrı değerlendirmesi için uygun bir araçtır. Dinamik hemodinamik tepkiler ve farklı ANI modelleri, ANI’nin postoperatif ağrı yönetimi stratejilerini uyarlamadaki potansiyelini vurgulamaktadır.

10. 
Oturur Pozisyon Öncesinde Pletismografik Değişkenlik İndeksi ve Vena Kava İnferior Çapı Ölçümleri ile Volüm Durumunun Değerlendirilmesi
Evaluation of Volume Status with Plethysmographic Variability Index and Vena Cava Inferior Diameter Before Sitting Position
Merve Namli Emlek, Asli Donmez, Reyhan Polat
doi: 10.54875/jarss.2024.23500  Sayfalar 174 - 181 (274 kere görüntülendi)
Amaç: Ortostatik hipotansiyon, oturur pozisyondan sonra sık karşılaşılan bir sorundur. Çalışmamızın amacı; oturur pozisyon öncesi yapılan pasif bacak kaldırma manevrası (PBKM), vena kava inferior (VKİ) çapı ölçümleri ve pletismografik değişkenlik indeksi- pletismografik dalga formu amplitüdündeki varyasyon (∆Ppleth) ile intravasküler volüm durumunun değerlendirilmesi ve bunların oturur pozisyon sonrası gelişebilecek hemodinamik değişikliklerin öngörülmesindeki etkisini araştırmaktır.
Yöntem: Bu prospektif çalışmaya 18-65 yaş arasında, ASA I-II, genel anestezi altında artroskopik omuz cerrahisi yapılacak olan 53 hasta dahil edildi. Hastalar 6-8 mL kg⁻¹ tidal hacim, 5 cm H2O PEEP ile ventile edildi. Kalp hızı, kan basıncı ve manuel ölçülen pletismografik dalga formu amplitüdleri kaydedildi, vena kava inferior gerilim indeksi (VKİ-Gİ) hesaplandı. Ölçümler, PBKM yapıldıktan sonra tekrarlandı. Hastalar oturur pozisyona getirildikten sonra görülen hemodinamik değişikliklerin, ölçülen VKİ-Gİ ve ∆Ppleth ile korelasyonu değerlendirildi.
Bulgular: İndüksiyon sonrası 53 hastanın 19’unda (%35,8) VKİ-Gİ >%18 iken, bunların 14’ünde (%73,7) VKİ-Gİ’nin PBKM ile birlikte azaldığı görüldü. İndüksiyon sonrası ∆Ppleth >%15 olan 15 hastanın 14’ünde (%93,3) PBKM sonrasında ∆Ppleth’in azaldığı görüldü. Pasif bacak kaldırma manevrası ile VKİ-Gİ ve ∆Ppleth’teki azalma istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001; p<0.001). Ayrıca VKİ-Gİ’deki değişikliklerin ∆Ppleth ile korele olduğu bulundu (p<0,001). Hastalar oturur pozisyona getirildiğinde; kalp hızı, sistolik ve diyastolik kan basınçlarında ve ortalama arter basıncında anlamlı azalma (p=0,031; p<0,001), ∆Ppleth’te ise anlamlı artış (p<0,001) vardı.
Sonuç: Pasif bacak kaldırma manevrası sonrası ∆Ppleth, oturur pozisyonda omuz cerrahisi geçirecek hastaların hemodinamik yanıtının ve volüm durumlarının tahmininde kullanılabilir.

OLGU SUNUMU
11. 
Koroner Arter Bypass Cerrahisinde Heparin Direnci Tespit Edilen Olguda Bivalirudin ile Antikoagulasyon Yönetimi
Anticoagulation Management with Bivalirudin in a Case with Heparin Resistance Detected During Coronary Artery Bypass Surgery
Elif Karakaya, Nazlı Acu, Aycan Özdemirkan, Sercan Tak, Yusuf Ünal
doi: 10.54875/jarss.2024.69772  Sayfalar 182 - 186 (468 kere görüntülendi)
Heparin, kardiyopulmoner bypass’ta antikoagulasyon için kullanılan standart ajandır. Heparinin bu olgularda altın standart olmasının yanında, kullanımında bazı kısıtlamalar ortaya çıkabilmektedir. Heparin, heparin ilişkili trombositopeni gelişen ve heparin veya protamin alerjisi olan hastalarda kontrendikedir. Kardiyopulmoner bypass planlanan, heparinin kontrendike olduğu veya heparine karşı direnç gelişen hastalarda direkt trombin inhibitörü olan bivalirudinin etkin ve güvenli olduğuyla ilgili raporlar bulunmaktadır. Biz de bu olguda heparine direnç tespit edilen hastada bivalirudin deneyimimizi sunmayı amaçladık.

12. 
Brown-Vialetto-Van Laere (BVVL) Sendromlu İki Olguda Anestezi Yönetimi: Olgu Sunumu
Anesthesia Management in Two Cases with Brown-Vialetto-Van Laere (BVVL) Syndrome: Case Report
Cansu Kılınç Berktaş, Merve İkbal Göncü, Özal Adıyeke, Funda Gümüş Özcan
doi: 10.54875/jarss.2024.49354  Sayfalar 187 - 189 (350 kere görüntülendi)
Brown-Vialetto-Van Laere (BVVL) sendromu, alt kranial sinir tutulumu, alt ve üst motor nöron ekstremite bulguları sık görülen, sensörinöral sağırlıkla karakterize bir hastalıktır. Solunum yetmezliği (en sık görülen nörolojik olmayan bulgu), kas güçsüzlüğü, geveleyerek konuşma diğer özellikleridir. Avrupa’da son yüzyıl içinde 100 den az hasta bildirilmiştir. Çok nadir görülen bir hastalık olması sebebiyle anestezi yaklaşımıyla ilgili literatürlerde yeterli veri bulunmamaktadır. Motor nöron hastalıklarında nöromüsküler bloker ilaçların paralizi ve kas güçsüzlüğünü artırabilmesi, rezidüel nöromüsküler blok oluşabilmesi nedenleriyle genel anestezi ile uzamış solunum depresyonu riski bulunmaktadır. Ancak BVVL sendromunun etiyopatogenezi hâlâ belirsizliğini koruması nedeniyle iki farklı BVVL sendromlu hastada genel anestezi yönetimimiz anlatıldı.

EDITÖRE MEKTUP
13. 
Tarihi Bildiri - Yorum
Historical Declaration - Comment
Lütfi Telci
doi: 10.54875/jarss.2024.91259  Sayfalar 190 - 191 (178 kere görüntülendi)
Makale Özeti |Tam Metin PDF

DÜZELTME
14. 
Düzeltme: Ratlarda Oluşturulan Renal İskemi Reperfüzyon Hasarında Epibatidinin Etkileri
Corrigendum: The Effect of Epibaditine on Renal Ischemia Reperfusion Injury in Rats

doi: 10.54875/jarss.2024.82435  Sayfa 192 (159 kere görüntülendi)
Makale Özeti |Tam Metin PDF